Ana içeriğe atla

Osmanlıda Alkol ve Tütün Tüketimi

Osmanlıda Alkol ve Tütün Tüketimi


Tütün memleketimize ancak 17. yüzyıl başlarında, I. Ahmet zamanında İngiliz gemicileri tarafından getirilmiş ve kısa bir zaman içinde, ayak takımından devlet büyüklerine ve ulemaya varınca her sınıf ve tabak arasında yayılmıştı.

Sigara kağıdı on dokuzuncu asırda kullanılmaya başlandı; tütün her yerde olduğu gibi bizde de lüle içinde çubukla içilirdi. Zenginler arasında lüle çubuk, aynı zamanda bir ziynet eşyası haline getirilmiş, sanat eseri diyebileceğimiz, kıymetli taşlarla süslü murassa lüleler ve çubuklar yaptırılmıştı.

İlk şiddetli tütün yasağını koyan ve tütün içenlere aman vermeyip ölüm cezasına çarptıran IV. Murat’tır. Bir anarşi devrinde, henüz on dört yaşında iken tahta çıkan bu hükümdar saltanatının ilk yıllarında çok kanlı askerî ihtilâllerle karşılaşmıştı.

Öyle ki, bir seferinde gözde yakınları elinden zorla alınarak idam edildikten sonra, kendi tahtı ve hayatı bile tehlikeye düşmüştü. On sekiz yaşına basıp devlet idaresini bizzat eline alınca da baskıcı bir hükümdar olmuştu.

Hicrî 1043 (Miladî: 1633) yılı Safer ayının 27. Cuma günü İstanbul’da Cibali Kapısı dışında bir kalafat yerinde bir kalafatçı funda yakıp gemi kalafat ederken, ateş şiddetlenmiş, kol kol yayılarak tam yirmi dört saat içinde İstanbul’un dörtte birini kül etmişti.

Yangından sonra halk arasında türlü dedikodular başlamış, bilhassa, tütün keyfi için gidilen kahvehanelerde genç padişahın uğursuzluğundan bahsedilir olmuştu.

Bunun üzerine IV. Murat önce kahvehanelerin yıkılmasını ve yerlerine bekâr, nalbant ve debbağ odaları yaptırılmasını emretmiş, tütün içilmesini de yasak ettirerek tellallar vasıtasıyla tütün içenlerin aman verilmeyip idam edileceklerini ilân ettirmişti.

Devrin ulemasından ve mutaassıp sofulardan Kadızade Mehmet Efendi de müthiş bir tütün düşmanı idi ve Padişahın da bu zata karşı hürmeti vardı. Kadızade Efendi Sultan Murat’ı tütün içenlere karşı amansız davranmaya teşvik edenlerden biriydi.

İlk zamanlarda, halk tütün yasağına pek kulak asmamıştı, fakat bir duman keyfi uğruna kelle verenlerin sayısı kabardıkça, başta İstanbul gelmek üzere bütün imparatorluk halkını ciddî bir endişe aldı.

Öyle ki, hemen her sabah sokaklarda, kırk-elli ceset görülüyordu. Cellâtlar tütün içerken yakalananların başlarını vurup kellelerini koltuklarının altına bırakıyor, padişahın emri gereği olarak da ne için öldürüldüklerini anlatmak için, tütün çubuğunu da kesik başın ağzına veriyorlardı.

Tütün içenleri arayıp yakalamak için bir hafiye teşkilâtı kurulmuştu. Bunlar geceleri bir hırsız gibi şüphelendikleri evlerin, bekâr odalarının damlarına çıkarlar, bacaları koklayarak tütün kokusu ararlardı.

Çünkü tiryakilerin (bir baskını olursa tütün içtikleri yere tütün dumanı ve kokusu sineceğinden) çubuklarını evlerinin ocakları içinde tüttürdükleri söyleniyordu.

Bu hafiyeler yazın da mesire yerlerine dağılırlar, kırlarda çayırlarda tütün içen olur mu diye gözetlerlerdi. Hatta bizzat padişah yaz demeden kış demeden, gece gündüz kılık değiştirip gezerdi.

Tütün, içki, afyon gibi bütün keyif verici madde yasakları bu hükümdarın ölümüne kadar cezası idam olmak üzere bütün şiddetiyle devam etmesine rağmen keyif bağımlılığının önüne geçilememişti. İçe çekilecek birkaç nefes duman için ölüm tehlikesini göze alan tiryaki kahramanlar ve fedailer her zaman, her yerde bulunmuştu.

Öyle ki, örneğin 1638 yılında, IV. Murat Bağdat seferine çıktığında, kendi kumandası altındaki Ordu-yi Hümayun’da bile gizli olarak tütün içenler pek çoktu.

Ordu Üçpınar menzilinde konakladığında, gece kuytu bir yere çekilip tütün içen on bir kişi, kılık değiştirmiş dolaşan IV. Murat tarafından bizzat yakalanmış ve derhal idam edilmişlerdi. İçlerinden biri Ütücüzade lakabıyla tanınan oldukça yüksek bir memur, biri de Kapıcıbaşı idi.

Reha menzilinde de ikisi yeniçeri olmak üzere on dört tütün tiryakisi yakalanmış ve gündüz ordugâhta herkesin gözü önünde katledilmişlerdi. Halep’te yirmi kişi idam olunmuştu.

Ordu ilerledikçe, her menzilde beşer, onar, yirmişer idam ediliyor, ibret olmak üzere, asılanlardan bazılarının çubukları ağızlarına verilerek teşhir ediliyordu. Fakat bu ölüm cezaları kimseye ibret olmuyor, sadece ortalığa dehşet saçıyordu.

Naima şöyle anlatır: “Bu tütünü içenlerin kimi orduda eli ve ayağı kırılıp siyaset olunur ve kiminin eli ve ayağı Otağ-ı Hümayun önünde kırılır, kimin boynu vurulurdu. Kimini dört parça ederlerdi.

Bağdat Seferi sırasında bir gün gayet güzel cins bir at, üzerinde son derece kıymetli eyer takımı ile bağlandığı yerden boşanmış, başı boş gezen dolaşan padişahın otağı önüne kadar gelmişti.

Orada yakalanan hayvan, sahibinin bulunması için tellala verilip ordu içinde gezdirilmiş ve kimse hayvana sahip çıkmamıştı. Bunun üzerine şüphe uyanmış, üzerindeki eyer araştırılmış, iç tarafta, gizli bir göz içinde bir tütün lülesi ve bir kese tütün bulunmuştu. Sahibinin başı korkusundan hayvanı feda ettiği anlaşılmıştı.

İslam’da uygulanan idam biçimlerinden biri de recm edilerek (taşlanarak) öldürülmektir. İslâm’a göre bir Hristiyan’la ilişkide bulunduğu kesinlikle tespit edilen Müslüman kadınların bu cezaya çarptırılmaları gerekirdi ki, bütün imparatorluk tarihi boyunca yalnız tek bir kadın bu suçla suçlanarak recmedilmişti.

Recm olayı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın sadrazamlığı döneminde, Sultanahmet’teki Yılanlı Sütun yanında infaz olunmuştur. Cellâtlar kadını kolları içerde kalacak biçimde göğsüne kadar toprağa gömmüş ve zavallı kadın halk tarafından taş yağmuruna tutularak linç edilmişti.

Reşat Ekrem Koçu’nun belirttiğine göre, eski tarihçilerimiz linç karşılığı “keşkeş etme” deyimini de kullanmışlardır, ancak biz yaptığımız araştırmalarda böyle bir kullanıma hiç denk gelmedik.

Belki yöresel bir kullanıştır, belki de elimizdeki kaynağın bir yazım hatasıdır, bilemiyoruz…

III. Selim devrine ait muazzam bir vakayiname bırakmış olan Câbi Sait Efendi yazıyor:

“Sultan Selim ne kadar meyhane var ise kapattı. Şarap, rakı ve onlara benzer ne kadar içki varsa hepsini şiddetle yasak etti. Yasağa rağmen içki kullanan birkaç kişi idam edildi.

Müslümanlara içki vermemeleri ve satmamakları için; Rumlara ve Ermenilere patrikleri, Yahudilere de Hahambaşılar’ı tarafıından tembih edildi. Aksi takdirde verenlerin ve satanların idam edilecekleri bildirildi. Ayyaşların hali kötüleşti ama çok geçmedi, el altından içki satanlar da peyda oldu.

Örneğin, bir adam eline bir bülbül kafesi alıp sokağa çıkar, sorana “bülbülümü gezdirmeye giderim” derdi, ama kafesin içine bağırsak konulmuş, bağırsaklar da rakı ile doldurulmuş!

Kafesin ağırlığından şüphelenen zabıta herifi yakalamış, rakıyı meydana çıkarmış. Ağa Kapısı’na götürmüşlerse de şefaatçileri çıkıp adam kurtulmuş…

Bazıları da işçi, çamaşırcı kefere karılarından tedarik etmişler…

Bekâr çamaşırı getirip götürmek bahanesiyle çamaşır, yatak ve yorgan çarşafları içinde gizli rakı ve şarap getirmişlerdi…

Teneke boru satan ve boru vesaire lehimleyen Yahudiler türedi… Boruların içi rakı ve şarap dolu…

Erbabına rastladıklarında içindekini sunarlar, bir yabancı borulara müşteri olsa “satılık değil, ısmarlamadır” derlerdi…

Birçok içkici evlerinde, bahçelerinde imbikler kurup kendi içkilerini yapmaya başladırlar.

Öyle ki, Sultan Bayezid tarafındaki bakırcılarda, bu kadar yıldır bir müşteri bile çıkmayan imbiklerin bir tanesi dahi kalmadı, satıldı…

Bazı kibar beyler çoğu Laz olan bakırcılara ‘Sende imbik var mı?’ diye sorarlarken kızarırlar, onlar da kıs kıs gülüp: ‘Sarhoşlar meyhaneciliğe heves etti…

İmbikler yağma oldu, yağma!’ diye cevap verirlerdi…”


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)

  II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)  Babası : İkinci Sultan Murad  Annesi . Huma Hatun  Doğumu : 29 Mart 1432  Vefatı : 3 Mays 1481  Saltunatı : 1451 - 1481 (30) sene Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, uzun boylu, dolgun yanaklı, kırmızı - beyaz tenli, kırık burunlu, kolları adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemasından birisi idi. Yedi tane yabancı lisan bilirdi. Âlim, şâir ve sanatkârları toplar ve onlarla sohbetten çok hoşlanırdı. Gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir kumandan ve idareci idi. Yapacağı işler hususunda, en yakınlarına bile hiç birşey sızdırmazdı. Fatih Sultan Mehmed'in ömrü seferlerle geçti. Yıkılmaz diye bilinen Bizans'ı yıktı. İstanbul'u fethetti. Ayasofya kilisesini câmiye çevirdi. Kryamete kadar câmi olarak kalmasını istedigi bu muhteşem mâbed için mükemmel bir vakfiye yazdırttı.  (Bu,vekâlet Arşivi Tapu Defterleri No:20, 27, 167, 251 ) 1127 sene kilise, 481 sene de câmi olarak kullanılan Ayasofya, 1934'de müze...

I. Murad Han

Sultan Murad  Babası - Orhan Gazi  Annesi - Nilüfer Hatun  Doğumu - 1326  Vefatı - 1389  Saltanatı - 1359-1389 (30) sene  

I. Mehmed (1413 – 1421)

  5 - I. Mehmed (1413 – 1421) Sultan Çelebi Mehmed , 1389 yılında Edirne’de doğdu. Babası Yıldırım Bayezid, annesi de Germiyanoğulları’ndan Devlet Hatun’dur. Orta boylu, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, kırmızı yanaklı ve geniş göğüslüydü. Kuvvetli bir vücuda sahipti. Gayet hareketli ve cesurdu. Güreş yapar ve çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi. Padişahlığı süresince bizzat yirmi dört savaşa katılan Çelebi Mehmed, bu savaşlarda kırka yakın yara aldı. Başında kullanmış olduğu sarık, altın işlemeli kavuğu ile gayet güzel görünürdü. İçi kürklü ve yakası dik olan bir kaftan giyinirdi. Sultan Çelebi Mehmed Müslümanlara karşı göstermiş olduğu adaleti, aynı zamanda Hristiyan topluluklara karşı da gösterdi. İyi bir idareci ve politikacıydı. Tahsilini Bursa Sarayı’nda tamamladı. Daha sonra babası tarafından Amasya sancak beyliğine tayin edildi ve bu sırada devlet işlerini öğrendi. Fetret Devri’nden sonra Anadolu’daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başaran Sultan Çelebi Mehmed’...