Ana içeriğe atla

II. Abdulhamid'in 1876-1881 Tahta çıkışı ve I. Meşrutiyet

II. Abdulhamid'in 1876-1881 yılları arasındaki padişahlığında Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşanan tarihi olayları ele almaktadır.

Tahta çıkışı ve I. Meşrutiyet

II. Abdülhamid, amcası Abdülaziz'in 1876'da tahttan indirilmesi ve şüpheli şartlarda ölümü, ağabeyi V. Murad'ın tahta geçirildikten üç ay sonra ruhi çöküntü geçirdiği iddiasıyla tahttan indirilerek Çırağan Sarayı'na hapsedilmesi olaylarına şahit oldu. 31 Ağustos 1876'da II. Abdülhamid ismi ile padişah ilân edildi ve 7 Eylül günü Eyüp'te kılıç kuşandı.

Abdülhamid tahta çıktığında Osmanlı İmparatorluğu büyük bir buhrandaydı. 1871'de Âli Paşa'nın ölümünden sonra saray ile Bâb-ı Âli arasındaki çekişme alevlenmiş, 1875'te devlet, borçlarını ödeyemez hâle düşerek Ramazan Kararnamesi ile moratoryum ilan etmiş, Rusya'nın başını çektiği panslavizm akımının etkisiyle, Osmanlı'ya bağlı özerk gözüken ama fiilen bağımsız şekilde hareket eden Sırbistan ve Karadağ'ın da kışkırtma ve yardımlarıyla Balkanlar'da millî isyanlar baş göstermişti.

Yurt içinde Genç Osmanlılar denilen kesimde meşrutiyet yanlısı görüşler güçleniyor, hatta padişahlığın tasfiyesiyle cumhuriyet ilânı fikri tartışmaya açılıyordu. 

Ağabeyinin yerine tahta geçirildikten sonra ilk başta V. Murad döneminin Sadrazamı Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa'yı Aralık 1876'ya kadar sadrazamlıkta tutsa da daha sonra 20 Aralık 1876'da istifası üzerine, kendinden hoşlanmasa da bazı kesimlerde devletin içinde bulunduğu bunalımın onun tarafından aşılabileceği iddia edildiğinden ve verdiği taahhüt uyarınca her iki saltanat değişiminin mimarı olan Midhat Paşa'yı sadrazam yapmak zorunda kaldı.

Yine II. Abdülhamid, tahta geçtikten sonra Midhat Paşa'ya verdiği taahhüt uyarınca; onun hazırladığı Kanun-i Esasi taslağı (Kanun-i Cedid) üzerinde bazı değişiklikler yaparak büyük devletlerin Osmanlı Balkan topraklarındaki durumu görüşmek üzere İstanbul'da bir araya geldikleri Tersane Konferansı'nın zorlayıcı şartlarının etkisi ile aynı gün 23 Aralık 1876'da ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-ı Esasî'yi ilan etti. Meclis-i Mebûsan ve Meclis-i Âyan üyelerinden oluşan ilk meclis Meclis-i Umumi, 19 Mart 1877'de açıldı. Böylece I. Meşrutiyet dönemi başladı. 

Padişah ile meclisin ülkeyi birlikte yönetmesi ilkesine dayanan anayasal monarşi sistemine geçilmesi ile birlikte, yargı bağımsızlığı ve temel hakların anayasada teminat altına alınmasına rağmen, esas hâkimiyet padişahındı. 

Abdülhamid, Kanun-ı Esasî'nin 113. maddesiyle kendine tanınan "idari sürgün yetkisi"ni kullanarak daha meclis toplanmadan ve 93 Harbi başlamadan önce Midhat Paşa'yı sadrazamlıktan alıp sürgüne yolladı.

Balkanlar'da huzursuzluk ve Tersane Konferansı

Abdülaziz döneminde (1861-1876

1875 yılında başlamış olan Hersek İsyanı ve Bulgar İsyanları sürerken V. Murad döneminde Sırbistan ve Karadağ savaşları ile Balkan toprakları savaş alanına çevrilmişti. Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya, Şark Meselesi'ni halletmek üzere fırsat kollamaktaydı. 

Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında Rusya, aralarında Osmanlı Devleti'nin de bulunduğu Batı ittifakına yenilmiş ve yalıtılmıştı. Rusya, dikkatini 1860'lardan itibaren Kafkasya'daki son direnişi kırmaya (1863-1864) ve Orta Asya'daki Türk hanlıklarının topraklarının ele geçirmeye (1866-1876) verdi, aynı dönemde ise Birleşik Krallık ve Fransa'nın dikkati 1871'de Almanya'nın birleşmesi ve İtalya'nın birleşmesiyle Avrupa kıtasında oluşan yeni dengelere yönelmişti. 

Birleşik Krallık'ta Kırım Savaşı'nda Osmanlı Devleti'ni destekleyen Palmerston (1855-1865) ve İngiltere'nin çıkarlarını düşünse de Osmanlı'ya karşı nispeten ılımlı bir politika izleyen Disraeli (1874-1880) dönemlerinin aksine Gladstone (1868-1874, 1880-1885 ve 1892-1894) Osmanlı muhalifi bir siyasi tutum içine girmiş, muhalefetteyken de özellikle Bulgar İsyanları'nın bastırılması sırasında Osmanlı Devleti'nin katliamlar yaptığı iddialarını gündeme taşımış; bu da Macar devrimcilerinin Osmanlı Devleti'ne sığınmaları (1848) ve Kırım Savaşı (1853-1856) sırasındaki müttefiklik sayesinde Türklere yönelik olumlu bakış açısını tersine çevirmeye başlamıştı.

II. Abdülhamid iktidarının başında Osmanlı'da büyük problemlere neden olan büyük güçlerin Osmanlı topraklarına müdahalesini ve 93 Harbi'nin nedenini oluşturan Büyük Doğu Buhranı denen bir dönemi içeriyordu. Balkanlarda çıkan isyanlar ve başlayan kargaşa sebebiyle İngiltere öncülüğünde büyük güçler, Osmanlı İmparatorluğu'nu ve tahta yeni çıkan II. Abdülhamid'i Tersane Konferansı denen bir konferansı toplamaya zorladılar. 

Midhat Paşa ve Osmanlı yetkilileri bu toplanacak konferanstan hayırlı bir sonucun çıkmayacağını fark ettiklerinden II. Abdülhamid ile konuştular ve konferanstaki reform taleplerini geçersiz bırakmak için konferansın toplanacağı gün daha öncesinde anlaştıkları gibi I. Meşrutiyet ve Kanun-i Esasi'nin daha hızlı şekilde yürürlüğe konmasına Padişah'ı ikna ettiler.

Bu sırada İngiltere'de başbakan Disraeli ezeli rakibi ve Türk düşmanı olarak bilinen ana muhalefet lideri Gladstone tarafından Osmanlı'nın Bulgar katliamlarına seyirci kaldığı gibi suçlamalarla sıkıştırılmaktaydı ve İngiliz kamuoyunda Osmanlılar katliamcı olarak gösteriliyordu. Disraeli, Palmerstone kadar olmasa da Osmanlı'ya karşı ılımlı bir politika izlemeye çalışmaktaydı. Ancak bu baskılar karşısında bu konferansta ılımlı bir yaklaşımda bulunmadı.

Tam tersine İngilizleri temsilen Sir Henry Elliot yerine atanan İngiliz Osmanlı Büyükelçisi Lord Salisbury İngiltere'nin Osmanlı'yı olası bir Rus savaşında desteklemeyeceğini ve hiçbir şekilde Osmanlı'nın arkasında durmayacağını, bu Balkan isyanları ile ilgili kendilerinden destek beklenmemesini Sadrazam'a ve Osmanlı idarecilerine bildirip bu konuda uyarıda bulundu.

23 Aralık 1876'da toplanan bu konferansa Prusya, Birleşik Krallık, Rusya, Fransa ve Osmanlı Devleti katıldı. Aynı günde I. Meşrutiyet'in ilanı havai fişek gösterileri altında gerçekleştirildi. İlandaki temel amaçlar konferanstaki kararları giereksiz kılma ve Balkanlardaki sorunu kısmen çözme, büyük devletlerin baskısını bu toplumların sorunlarını Mecliste ifade edebileceklerinden bahisle engelleme, bunlar yapılamıyorsa da Osmanlı Devleti'ne sorunları çözme için zaman kazandırmaydı.

Ancak sonuç Osmanlı Devleti'nin istediği şekilde olmadı. I. Meşrutiyet'in ilanına rağmen, görüşmelerin devamı ve konferansın yapılıp sürmesine karar verildi, Osmanlı'nın reform talepleri, alternatif önerileri reddedildi. 

Konferanstan,

  • Sırbistan ve Karadağ için bağımsızlık kararı,
  • Bosna-Hersek'e özerklik verilmesi,

aynı şekilde Bosna-Hersek gibi özerk ama Doğu ve Batı Bulgaristan olarak iki parça olarak iki Bulgar devleti (eyaleti) kurulması kararı çıktı.

18 Ocak 1877'de Sadrazam Midhat Paşa hiçbir şekilde bu yönde alınmış bir kararı Osmanlı'nın kabul etmeyeceğini bildirdi. 

20 Ocak 1877'de varılmış olan ama Osmanlı ve Midhat Paşa tarafından kabul edilmeyen kararlarla konferans dağıldı. Midhat Paşa, 5 Şubat 1877'de II. Abdülhamid tarafından sadrazamlık görevinden alındı, sürgüne yollandı ve yerine Genç Osmanlılardan olmayan, II. Abdülhamid'in güvendiği deneyimli kişilerden biri olan İbrahim Edhem Paşa getirildi. İngiliz Büyükelçisi bu taleplerin reddedilmesi konusunda kırgınlığı ve sonuçları konusunda Osmanlıları tekrar uyardı.

93 Harbi ve Meclis-i Mebusan'ın kapatılması

İngiliz, Fransız, Alman, Rus vs. büyükelçilerinden oluşan bir heyet Meclis-i Mebusan'ın açılması sonrası Mart 1877 sonunda Londra Protokolü denilen Tersane Konferansı kararlarının biraz değiştirilmiş hali olan kararları sert bir muhtıra ile Osmanlı İmparatorluğu'na gönderdi.

Edhem Paşa hükûmeti ve Meclis-i Mebusan bu protokolü de reddetti. Rusya'nın Balkanlar'da ıslahat için büyük güçlerin verdiği kararların kabul edilmesi yönündeki muhtıra da 12 Nisan 1877'de İbrahim Edhem Paşa hükûmeti tarafından reddedildi.[d] Bunun üzerine 24 Nisan 1877'de Rusya'nın Osmanlı'ya savaş ilanıyla, 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. 

Abdülhamid'in Rus tekliflerinin kabulü ile Armağan ve Bahadıroğlu gibi bazı araştırmacıların iddialarına göre savaşa karşı olmasına rağmen öncesinde Midhat Paşa, sonrasında Damat Mahmud Paşa ve Redif Paşa gibi devlet adamlarının ısrarlarıyla girilen savaşta esasında Osmanlı ordusu Rus ordusuna nazaran Sultan Abdülaziz'in sağladığı ekipman sayesinde çok daha eğitimli ve donanımlıydı. 

Ama Osmanlı komuta kademesi için aynı şeyi söylemek zordu. Daha başında Rusların Balkanlar'da ordularını gönderip, saldırıya geçebileceği tek bir yer bulunmaktaydı, o da Osmanlı himayesi altındaki Romanya topraklarıydı ve Ruslar bu topraklar üstünde Siret (Sava) Nehri üzerinde Barboşi Köprüsü'nün olduğu yerden ordularını geçirmek zorundaydı. 

Bu köprü kritik bir öneme sahip olmakla beraber, köprünün havaya uçurulması Osmanlılara en az 2 veya 3 ay vakit kazandıracaktı.[kaynak belirtilmeli] Avusturya-Macaristan askerî ataşesi, ülkesi Rusya ile gizlice anlaşmış olsa da Osmanlı başkumandanı Çırpanlı Abdülkerim Nadir Paşa'yı İstanbul'dan cepheye hareket edeceğinde "Paşa Hazretleri bilhassa size Barboşi köprüsünün mümkün olduğu kadar süratle tahrîbini tavsiye ederim zîrâ pek mühim noktadır" diye uyarmıştı.

Nitekim Osmanlı kuvvetlerine askeri danışmanlık veren İngiliz danışmanlar da bu durumun farkındaydılar. Köprünün hemen yakınındaki Osmanlı Tuna donanmasının komutanına İngiliz askeri danışmanı Hobart Paşa, Barboşi'nin tahrip edilmesi emrini verdi fakat Tuna'daki 4 gemilik Osmanlı filo komutanı bunun bir aldatmaca veya casusluk oyunu olduğuna dair şüpheleri yüzünden emri uygulamakta 4-5 gün kadar gecikti ve tam emri uygulayacakken de bu defa iş işten çoktan geçmişti,çünkü Ruslar orduları ile Sava Nehri kıyısına gelip filoyu donanmaları ve karadaki topları ile ateşe alıp batırdılar. Sonuçta Osmanlılar için büyük bir fırsat daha muharebenin başında kaybedildi.

Abdülaziz'in çabaları ile oluşturulan Osmanlı donanması, Rus Karadeniz donanmasından son derece üstün bir konumdaydı, öyle ki Ruslar Kırım Savaşı'nın aksine Dobruca üzerinden sahilden Osmanlı'nın Bulgar kıyısından saldırıya geçemediler çünkü bu yönde destek verecek savaş gemileri yeterli değildi. 

Savaş boyunca Ruslar Kırım Savaşı'ndaki Sinop Baskını gibi Karadeniz Donanması ile Osmanlı donanmasına doğrudan saldırmak yerine; Osmanlının zayıf savunmasız ticaret gemilerine baskın yapmayı yeğlediler. Osmanlı ise bu gemileri korumak için savaş gemileri ile eskortluk yapmak zorunda kaldı. 

Ancak Osmanlı donanmasındaki askeri reformun maddi kaynaklar bakımından yeterli personel yetiştirilmesi ve eğitim açısından ise yetersizliği savaş esnasında ortaya çıktı. 

Rusya'nın denizdeki yolu ithal teknolojiyi yerli üretimle birleştirmek oldu. Transfer edilen teknolojiyi Rusya kendi personelini kullanarak adapte etmişti. Rusya'nın askeri modernleşmesinin Osmanlıdan en bariz farkı organizasyon kabiliyetini yükseltmeye çalışmaları ve insan gücünün mobilizasyonunu sağlamaktı. 

Bu bariz fark Osmanlı Devleti'nin Karadeniz'de Rusya'ya karşı bariz üstün deniz gücüne rağmen sivil gemilerden bozma Rus donanmasına karşı başarılı bir blokaj uygulayamaması, Mersin Vapuru Olayı'nda olduğu gibi Karadeniz'in Osmanlı kıyılarında bir vapurun çatışmaya girilmeden esir edilebilmesi Osmanlı Devleti'nin teknolojik üstünlüğünü kalifiye personel eksikliği nedeniyle savaş sahasında ortaya koyamadığını göstermiştir. 

Mersin Vapuru Olayı'nda (1877) bir Rus kruvazörü Osmanlı donanma eskort gemilerinin gerisine düşen Mersin Vapuru'na 22 Aralık 1877'de baskın yaptı. 890'dan fazla Osmanlı askeri ve onlarca sivil tek kurşun atamadan Ruslara esir düştü.

Bunun gibi Osmanlı komuta ve sevk idaresindeki başarısızlıklar, yanlış uygulamalar ve paşalar arasındaki kavgalar birbirini kovaladı. Buna ek olarak II. Abdülhamid'in savaşı koordine etmekle görevli Heyet-i Müşavere'nin,[36] cepheden çok uzak alanda Yıldız Sarayı'nda kurması, bu kadar uzak mesafede İstanbul çıkan bir emrin cepheye ulaşmasının tek telgraf hattı ile 7-8 günü bulması, II. Abdülhamid'in sürekli olarak ordunun kendisine sadakati yönündeki müdahaleleri, başarısızlıklar üzerine yapılan sürekli kumandan değişiklikleri, gerekli takviyelerin zamanında yetiştirilememesi, paşalar arasındaki iktidar mücadelesi, Rus Çarı'nın en yakınındaki kişiler bile cephedeyken Padişah ve erkanının başkentte sarayda durması ve buradan tüm cepheyi yönetmeye uğraşması Osmanlı dönemindeki kaynaklardan olan Kaplanzade Ahmed Saib Bey'in (1860-1918) "Son Osmanlı Rus Muharebesi", Kolağası Reşid'in "1293 Seferi Avrupa'da", Ahmed Muhtar Paşa'nın "Sergüzeşti Hayatımın Cildi Sanisi", Mehmed Arif'in "Başımıza Gelenler" gibi eserlerinde ve Cumhuriyet döneminde de Cemal Kutay gibi pek çok tarihçi ve araştırmacı için ağır bir eleştiri konusu oldu.

Karada Gazi Osman Paşa ve Ahmet Muhtar Paşa haricinde komuta kademesi son derece eksik ve birbiri ile sürekli mücadele halindeydi. Bu iki paşanın çabaları ve Plevne, Kızıltepe, Halyaz, Zivin gibi muharebelerdeki başarılar savaşın gidişatını değiştirmedi. 

Rus ordusu Osmanlı ordu komuta kademesinin kuvvetleri sevk ve idaresindeki hatalarından, Gazi Osman Paşa ve Ahmet Muhtar Paşa'nın uyarılarının ve önerilerinin zamanında Padişah ve Genelkurmay tarafından dikkate alınmamasından, Şıpka Geçidi gibi kritik bir geçidin yanlış eksik müdahaleler ile tutulamamasından yararlanarak Balkan ve Kafkas cephelerinde Osmanlı kuvvetlerini mağlubiyete uğratarak doğuda Erzurum'u, batıda ise Bulgaristan'ın tamamı ile Trakya'nın İstanbul surlarına kadarki kısmını işgal ettiler. 31 Ocak 1878'de Yeşilköy'e dayanan Ruslar ile Osmanlı Devleti önce Edirne Ateşkes Antlaşması'nı imzaladı.

Meclis-i Mebusan'da Osmanlı-Rus Harbi'nde gelinen bu son gelişmeler üzerine eleştirileriyle ön plana çıkan bazı mebuslar, bir pazar günü meclisin açık olmadığı zamanda toplanarak iki önemli karar aldılar. Pazartesi günü meclise gelerek verecekleri önergede aralarında nazırların da bulunduğu beş kişiyi "istenmeyen adam" ilan edeceklerini açıklayacaklardı. 

Bunlar, eski sadrazam ancak Meclis-i Vukela'da hala söz sahibi Ethem Paşa, Tophane Müşiri Damat Mahmud Paşa, Dâhiliye Nazırı Said Paşa, Bahriye Nazırı ve Mabeyn Müşiri Said Paşa ve Serasker Redif Paşa'ydı. Bu kararlar daha meclise gelmeden Sultan II. Abdülhamid tarafından haber alınınca, kabineyi hemen değiştirdi.

Sadrazamlığın adını II. Abdülhamid, "Başvekalet" olarak değiştirdiğini belirtip, Ahmed Hamdi Paşa yerine Ahmed Vefik Paşa'yı sadrazam olarak atadı. Mebuslar Meclis-i Mebusan'da bu yapılanın anayasaya aykırı olduğunu belirttiler. 

Hükûmetin savaş politikalarına mebuslarca yöneltilen ağır tenkitler Padişah'a da yöneldi. Osmanlı Devleti bu tür iç problemleriyle uğraşırken, Rus baskısı da olabildiğince sürüyordu. Ruslarla yapılacak bir anlaşmaya İngilizlerin desteği alınmak isteniyordu. 

İngilizlerin Kıbrıs Adası'nı istemeleri üzerine yapılan Meşveret Meclisindeki iki mebustan biri olan Astarcılar Kethüdası Ahmed Efendi, toplantıda ayağa kalkarak Padişah'ın yüzüne karşı alışık olunmayan bir üslupla: "Siz bizim fikrimizi pek geç soruyorsunuz, felaketin önünü almak mümkün olduğu zaman bize suret-i ciddiyede müracaat etmeliydiniz." dedi. 

Aynı Mebus, konuşmasının devamında "Meclis-i Mebusan kendi malumatı haricinde olarak husule sebebiyet verilen bir halden dolayı mesuliyeti asla kabul edemez." diyerek Meclisin savaşın ağır yenilgisini üzerine almayacağını açıkça ifade etmişti. 

Gerçekten de 13 Ocak 1878'de daha savaş sürerken Padişah, Meclis-i Mebusan yerine Meşveret Meclisini (Meclis-i Vükelâ) toplamış Bosna, Kıbrıs gibi konularda Meclis-i Mebusan'ı atlayarak bu meclis ile Bab-ı Ali arasında bir sistem kurup işleri yürütmüştü. Savaş boyunca Meclisi atlayıp Harp Meclisi veya danışma meclisleri ile işi yürütmekteydi. 

Bosna ve Kıbrıs gibi pek çok hayati karar da Meclis-i Mebusan'ın önüne gelmedi. Temsilde ve protokolde bile Meclis-i Mebusan, Meclis-i Vukelanın gerisindeydi. Ancak bu şekilde Astarcılar Kethüdası Ahmed Efendi'nin Padişahı'n yüzüne karşı yaptığı sert konuşma o günün diplomasisinde olmayan bir üsluptu. 

II. Abdülhamid vekilin cezalandırılmasını talep etti. Özellikle bu üslubun Meclis-i Mebusanı kapatma konusunda çekinen Padişah'ın çekincesini giderdiği iddia edilmektedir. 

Bu konuşma sonrasında "Ben artık Sultan Mahmud'un izinden gitmeye mecbur olacağım." diyerek Yeniçeri Ocağı'nı kapatan dedesi II. Mahmud'a atıf yaparak meclisi kapatma yönünde imada bulunduğu belirtilmektedir.

Meclis-i Mebusanı II. Abdülhamid'in kapatmasında ikinci olay da bir iddiaya göre 93 Harbi'nin tartışmalı bir kişiliği olan aynı zamanda Abdülaziz'e yapılan darbede rol oynaması sebebiyle Abdülhamid tarafından pek güvenilmeyen ancak savaşta zaruri olarak görevlendirilen Süleyman Hüsnü Paşa'nın kendidir.

Abdülhamid tarafından başta başkentte uzak geri planda tutulmaya çalışılan ancak diğer komutanların başarısızlıkları üzerine 8 Kasım 1877'de Rumeli Orduları Komutanlığına atanan Süleyman Hüsnü Paşa, başarılarına karşın Plevne'de Osman Paşa'nın bulunduğu çemberi aşmasını sağlayamadı ve kaybedilen Şipka Geçidi'ni geri alamadı. Katıldığı Maçka Muharebesi de başarısız oldu. 

Ordunun sıkışık durumu ve yaklaşan kışın zorlukları yüzünden İngiltere'nin aracılığıyla Osman Paşa'nın ordusuyla geri çekilmesi, statükonun korunması şartıyla Şubat ayına kadar uzanan bir mütareke akdine girişilmesi ve bunun Rumeli ordusunun derlenip toparlanmasına, düşmanın Tuna'nın öte yakasına atılmasına vesile olabileceği gibi fikirler ileri sürmesi üzerine kısa zaman içinde azledildi ve yerine Şâkir Paşa getirildi. 

Ancak kendisi birlik kumandanı olarak hâlâ görevdeydi ve Aralık 1877'den beri Plevne'nin düşmesi akabinde Ruslara karşı Bulgaristan'ın kaybedilmek üzere olmasından Edirne'de savunma hattı kurulması gerektiği yönünde direnişteydi.

Yıldız Sarayı'ndaki Heyet-i Müşavere'nin kuvvet komutanlarının durumu anlamamasından yakınmaktaydı. Kendisi durumu anlatmak için haber vermeden cepheden ayrılıp gizlice II. Abdülhamid'in yanına gelip durumu anlatmaya çalıştı, gizlice ayrılıp gelmesi tepki çekti ve Abdülhamid onu kendine darbe girişiminde bulunulacağı söylentileri altında dinlemedi. 


İstanbul'dan ayrılıp Edirne'ye vardığında (21 Aralık 1877) şehrin savunma tertibatı içinde olmadığını gördü ve Rus ileri harekâtı karşısında kuvvetlerin Edirne hattında savunmaya geçmesi gerektiği fikrinde daha da ısrarcı oldu. Bu tutumu zaten arasının kötü olduğu Rauf Paşa'ya, saltanat değişikliğine karışmış olması sebebiyle orduyla İstanbul'a yakın bir yerde bulunmasını padişahın vehmini tahrik edecek şekilde istismar etmesine imkân vermekteydi. 

4 Ocak 1878'de bizzat Padişah'ı da yanına alan Rauf Paşa ile yapılan telgraf görüşmesinde Edirne'de savunma hattı oluşturulması fikrinden dönmedi ve bunun üzerine kumanda mevkiinden alınarak yerine Rauf Paşa tayin edildi. Sonrası Şipka Geçidi düşünce Ruslar Trakya'ya dayandı, ortada Bulgaristan sonrası bir savunma hattı olmadığından 20 Ocak 1878'de Edirne kolayca Ruslar tarafından ele geçirildi. 

Süleyman Paşa kendisi de araya giren güçlü Rus birlikleri karşısında çaresizce birlikleriyle Gümülcine'ye çekilmek zorunda kaldı. Rusların İstanbul'a kadar ilerlemesini durduracak bir engel neredeyse kalmadı. Bununla birlikte kendisi Gelibolu'da Bolayır mevki kumandanlığına tayin edildi.

30 Ocak'ta gittiği Gelibolu'da askerlerin İstanbul'a sevkiyle ilgili aldığı emirleri yerine getirmeye çalıştı. Ancak Edirne'de Rusların İstanbul'a dayanması neticesi 31 Ocak'ta imzalanan ateşkes antlaşmasına karşın Rusların Enez'e çıkartma yapma ihtimalleri bulunduğunu belirtip karşı savaş gemisi gönderilmesi talebinde bulundu ve şikâyetlerini yüksek hükûmet makamlarına yazılı olarak ileterek iki gün içinde olumlu cevap verilmemesi halinde istifa etmiş sayılması talebinde bulundu. 

Ortalığı ayağa kaldıracak telgrafını 7 Şubat 1878 tarihinde Mabeyne (Padişah'a), Sadarete, Seraskerliğe ve Bahriye Nezâretine gönderdi ve Meclis-i Mebusanda milletvekilleri ile irtibat kurdu, zaten savaşın başından beri anlaşamadığı Serasker Rauf Paşa ve Bahriye Nâzırı Said Paşa aleyhine suçlamalarda bulundu. Telgraf metni Selanik mebusu ve aynı zamanda Selanik'te yayımlanan Zaman gazetesinin sahibi Mustafa Bey'in eline geçti. 

Mustafa Bey, 13 Şubat 1878 günü Meclis-i Mebusanda ayağa kalkıp ağlayarak Süleyman Paşa'nın taleplerini kürsüden duyurdu. Bu durum Meclisin, hükûmetin, sarayın iyice karışmasına neden oldu. Süleyman Paşa, kendi meclisin kapatıldığı gün tutuklandı. Daha sonra yargılandı ve Bağdat'a sürgün edildi.

II. Abdülhamid, 14 Şubat 1878'de Meclis-i Mebusanı toplantı halindeyken tatil etti. Bahane olarak kararların hızlı alınması gibi nedenler gösterildi. Ama esasında kapatma nedenleri arasında kendisinin 93 Harbi'nin sonucundan şahsen sorumlu tutulma korkusu da bulunmaktadır.

1880'lere kadar Meclis tekrar toplanacak gibi bir görüntü çizildiğinden başlangıçta bir mebus tepkisi olmadı. Ancak takip eden 30 yıl boyunca Meclisi bir daha toplantıya çağırmadı ve bu süre zarfında meşrutiyet anayasası olan Kânûn-ı Esâsî kaldırılmayıp askıda kaldı. Abdülhamid kâğıt üzerinde de olsa anayasayı muhafaza ederek aldığı kararları yine bu anayasaya göre yürürlüğe koydu.

Tarihçi Sina Akşin'in belirttiği ve tarihçi Ahmet Oğuz'un zikrettiği üzere 1880 yılı ve sonrasında tutuklama, gözaltılar Abdülhamid tarafından Yıldız mahkemesinin 1881'de kurulup Midhat Paşa'nın Taif'e sürgüne gönderilmesi, muhalif kitleye verilen gözdağı ile esas olarak Abdülhamid'in istibdat dönemi denen dönemi başlatmış oldu. 

Armağan ve Müftüoğlu gibi bir kısım araştırmacı her ne kadar Abdülhamid'in Meclisi kapatmasının devleti parçalanmaktan kurtardığını, demir yumruğu ile devletin çöküşünü yıllarca geciktirdiğini, devletin güvenliğini düşündüğünü iddia etse de Ahmet Oğuz gibi bir kısım tarihçiler bunun tam aksi düşüncededir.

Edirne'de imzalanan ateşkes antlaşması sonrasında 93 Harbi, 3 Mart 1878'de İstanbul surları dışındaki Ayastefanos (Yeşilköy)'ta karargâh kuran Rus kuvvetlerinin dikte ettiği Ayastefanos Antlaşması ile sona erdi. 

Antlaşmaya göre Osmanlı İmparatorluğu'na bağlı ve sınırları Tuna'dan Ege'ye, Trakya'dan Arnavutluk'a uzanacak bağımsız bir Bulgaristan Prensliği kurulacak; Bosna-Hersek'e iç işlerinde bağımsızlık verilecek; Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek; Ardahan, Kars, Ardahan, Batum, Artvin, Eleşkirt ve Doğubayazıt Rusya'ya verilecek; Teselya, Yunanistan'a bırakılacak; Girit ve Ermenistan'da ıslahat yapılacak ve Osmanlı İmparatorluğu Rusya'ya 30.000 ruble savaş tazminatı ödeyecekti.

Oldukça ağır şartlar içeren bu antlaşmaya Rusya'nın aşırı derecede güçlenmesinden kaygı duyan İngiltere ve diğer Avrupa devletleri karşı çıktılar.

İngiltere 14 Şubat 1878'de Marmara Denizi'ne donanmasından bir kısım gemileri soktu ama bunun yanında İngiltere, Osmanlı Devleti'ne Kıbrıs'ı kendine kiralaması karşılığında Rusları daha iyi şartlarla yeni biranlaşmaya ikna edeceğini bildirdi. 

Bir yandan da Osmanlı'yı Kıbrıs konusunda zorladı. 13 Temmuz 1878'de Ayastefanos Antlaşması'nın yerine geçen Berlin Antlaşması İngiltere'nin Osmanlı'dan aldığı Kıbrıs adası tavizi ve baskısı sonucunda imzalandı. 

Yeni antlaşmayla Rusya'nın toprak kazanımları görünüşte kısmen geri alındı; Makedonya, Doğubayazıt ve Eleşkirt Ovası Osmanlı'da kalırken; Romanya, Sırbistan ve Karadağ'a tam bağımsızlık verildi. 

Bulgaristan'da Almanya ve Avusturya-Macaristan himayesinde ve bununla birlikte Büyük Bulgaristan Prensliği yerine daha dar topraklarda başkenti Tırnovo (1879'da Sofya oldu) olan ve prensini Osmanlı padişahının seçemeyeceği, kendi savunma kuvvetleri ve milli marşı da olacak olan özerk Bulgaristan Prensliği oluşturuldu. 

Bunun yanında yine Osmanlı'ya bağlı ve valilerini Osmanlı padişahının seçip atayacağı, Osmanlı ordusunun denetiminde ve başkenti Filibe olan özerk Doğu Rumeli vilayeti kuruldu.

Savaş, Osmanlı tebaası Müslüman halk için bir insanlık dramı yaşanmasına neden oldu. 

1877-1878 yılları arasında özellikle batıda Rus güçleri ve onlarla birlik hareket eden Bulgar çetelerinin ve savaş sırasında ve hemen akabinde doğuda Ruslar ve birlikte hareket eden Ermeni ve Kazak milis alaylarının süre gelen katliamları, çatışmaları, yağma vs. hareketleri neticesinde çok sayıda Türk ve Müslüman ahali göç etmek zorunda kaldı. 

Savaş sırasında ve hemen akabinde bağımsız hale gelen Sırbistan ve Karadağ'da pek çok Arnavut, Pomak, Türk ve diğer Müslümanlar göçe zorlandı ve muhacir olarak kötü koşullarda Kosova, Anadolu ve İstanbul'a göç etmek zorunda kaldılar. 

Savaş sonrası II. Abdülhamid, Rusların İstanbul, Yeşilköy'de Ayastefanos Rus Abidesi denen ve Rus zaferini temsil eden abidenin savaş tazminatı olarak masrafı Osmanlı'dan alınarak yaptırılmasına izin vermek zorunda kaldı. Bu anıt 1898'de bitirildi ve 1914'te II. Abdülhamid sonrası Osmanlı İmparatorluğu'nun Rusya'ya karşı I. Dünya Savaşı'na girmesi ile birlikte yıkıldı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİHİ KRONOLOJİSİ

  OSMANLI İMPARATORLUĞU TARİHİ Osmanlı Padişahları Sıralaması ve Soy Ağacı  OSMANLI PADİŞAHLARI  - ERTUĞRUL GAZİ - OSMAN GAZİ HAN  ---- Osman Gazi Han Dönemi 1281-1324 ---- Osman Gazi Han Kronolojisi - Orhan Gazi Han ----Orhan Gazi Han Dönemi (1324-1362) - I. Murad (1359 – 1389) I. Bayezid – Yıldırım Bayezid (1389 – 1402) I. Mehmed (1413 – 1421) II. Murad (1421 – 1451) Fatih Sultan Mehmed (1451 – 1481) II. Bayezid (1481 – 1512) Yavuz Sultan Selim (1512 – 1520) Kanunî Sultan Süleyman (1520 – 1566) II. Selim (1566 – 1574) III. Murad (1574 – 1595) III. Mehmed (1595 – 1603) I. Ahmed (1603 – 1617) I. Mustafa (1617 – 1618 / 1622 – 1623) Genç Osman (1618 – 1622) IV. Murad (1623 – 1640) İbrahim (1640 – 1648) IV. Mehmed (1648 – 1687) II. Süleyman (1687 – 1691) II. Ahmed (1691 – 1695) II. Mustafa (1695 – 1703) III. Ahmed (1703 – 1730) I. Mahmud (1730 – 1754) III. Osman (1754 – 1757) III. Mustafa (1757 – 1774) I. Abdülhamid (1774 – 1789) III. Selim (1789 – 1807) IV. Mustafa (1...

II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)

  II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)  Babası : İkinci Sultan Murad  Annesi . Huma Hatun  Doğumu : 29 Mart 1432  Vefatı : 3 Mays 1481  Saltunatı : 1451 - 1481 (30) sene Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, uzun boylu, dolgun yanaklı, kırmızı - beyaz tenli, kırık burunlu, kolları adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemasından birisi idi. Yedi tane yabancı lisan bilirdi. Âlim, şâir ve sanatkârları toplar ve onlarla sohbetten çok hoşlanırdı. Gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir kumandan ve idareci idi. Yapacağı işler hususunda, en yakınlarına bile hiç birşey sızdırmazdı. Fatih Sultan Mehmed'in ömrü seferlerle geçti. Yıkılmaz diye bilinen Bizans'ı yıktı. İstanbul'u fethetti. Ayasofya kilisesini câmiye çevirdi. Kryamete kadar câmi olarak kalmasını istedigi bu muhteşem mâbed için mükemmel bir vakfiye yazdırttı.  (Bu,vekâlet Arşivi Tapu Defterleri No:20, 27, 167, 251 ) 1127 sene kilise, 481 sene de câmi olarak kullanılan Ayasofya, 1934'de müze...

II. Bayezid (1481 – 1512)

8 - II. Bayezid (1481 – 1512) Babası : Fatih Sultan Mehmed  Annesi : Mükrime Hatun  Doğumu : 3 Aralık 1447  Vefatı : 26 Mays 1512  Saltanatı : 1481 - 1512 (31 ) sene İkinci Bayezid, uzun boylu, geniş göğüslü ve kuvvetli bir vücuda sahipti. Yüzü yuvarlak ve gözleri elâ idi. Cesur ve atılgandı. Aynı zamanda çok halim, selim ve dinine bağlı bir padişahtı. Babası Fatih Sultan Mehmed Han ilmi karşı büyük bir sevgi beslediği için, oğlu Bayezid'e her şeyden evvel kuvvetli bir tahsil vermeyi düşünmüştü.  O devrin en meşhur âlimlerinde ders okutturmuş, bütün İslâmi ilimleri en iyi şekilde öğretmişti. İkinci Bayezid, dinine çok bağlı olduğu için kendisine (Bayezid Veli) denildi. Bayezid Veli, şâirleri saraya toplar onlarla sohbet ederdi. Bayezid Veli çok alim bir zat idi.  Arapça ve Farsçayı gayet iyi bilirdi. İslâmi ilimlerin yanı sıra matematik ve felsefe tahsili de yapmıştır. Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğrenmişti. Hattat ve bestekârdı.  Avni mahla...