Girit Savaşı
Sultan İbrahim'in dört yıl içinde tahttan İndirilmesine ve öldürülmesine varan yeni kargaşa döneminin başlıca olayı Girit'i almak üzere Venedik'e karşı savaş açılmasıydı. Osmanlı devletinin orta Avrupa'daki başlıca rakipleri Otuz Yıl Savaşları içinde çalkalanırken, Osmanlılar Tuna kuzeyindeki bağımlı prenslikleri itaate almış, daha sonra Safevî devleti ile olan kavgayı sona erdirmişti.
1645'de Sultan İbrahim ağabeyinin orduda sağladığı disipline dayanarak Girit'i almaya karar verdi. Bir yılda hazırlanan donanma, Yunanistan'da ve Anadolu'da Ege kıyılarına yığılan askeri ve malzemeyi yüklenerek Haziran'da Hanya yakınlarında Girit'e çıktı.
İki ay içinde Hanya kalesi Osmanlı eline geçti ama, Girit'in geri kalan kısmı ve en önemli şehri Kandiye hâlâ Venedik yönetimindeydi. Önceki yüzyıllardaki kudretini ve zenginliğini kaybetmiş olan Venedik'in kısa sürede dize geleceği umulurken savaş beklenmedik bir şekilde gelişti ve ancak 1669'da sonuçlanabildi.
Osmanlı devletini zaman zaman zor duruma düşürerek tam 25 yıl süren Girit savaşı, Osmanlı deniz gücünün Avrupa denizciliğine göre ne kadar geri kalmış olduğunu ortaya çıkardı.
Venedik, doğu Akdeniz ticaretini Fransız, İngiliz, ve Hollanda tüccarına kaptıran zayıflamaya yüz tutmuştu gerçi, fakat denizcilik Venedik'İn başlıca uğraşı olduğundan, okyanuslarda uygulamaya konulan yenilikleri izleyebilmişti. Venedik donanması, batı Avrupa denizciliğine göre bir-iki adım geriden de olsa, gelişmelere ayak uydurmuştu.
Osmanlı ordusu Girit'e çıkınca Venedik, savaşı denize çekmeye çalıştı. Karada Osmanlı gücüne karşı durmak zor olsa bile denizde Venedik donanması etkisini sürdürülyordu hâlâ. Bu nedenle Girit'e ayak basan Osmanlı ordusu Kandiye kuşatmasına hazırlanırken "Venedik donanması da Yunanistan ve Anadolu kıyılarım, Ege adalarını vurmaya girişti. Bu başarılı deniz akınlarının yanı sıra Ege'de deniz yollarını da ele geçirdi Venedikliler; hem Suriye ve Mısır'dan İstanbul'a yelken açan ticaret gemilerine, hem Ege limanlarından Girit' deki orduya erzak, savaş malzemesi, ve asker taşıyan savaş gemilerine saldırmaya başladılar. Osmanlı kara savaş gücünün denizde Venedik donanması tarafından dengelenmesi ile savaş yıllarca uzayacak bir açmaza girmiş oldu.
Savaş uzadıkça maliyeti de süratle arttı. Osmanlı devleti Ege'de Venedik üstünlüğünü kırmaya çabalarken, hemen her yıl yenilen ve dağılan donanmasını yenilemek zorunda kalıyordu. Onaltıncı yüzyıldan beri denizcilik ihmal edilmiş olduğundan hem gemi yapımında, hem gemicilikte beceriksizlik apaçık çıkmıştı ortaya.
Her yıl o kadar masrafla yaptırılan gemiler, zorlukla toplanan gemiciler ve kürekçiler peşpeşe Venedik filolarına av oluyordu. Büyük boyda, çok toplu Venedik kalyonlarına karşı hafif kalan çekdiriler yerine Osmanlılar da alelacele kalyon yapımına giriştiler.
Fakat 1651'de vezir-i âzam Melek Ahmet Paşa, o zamana kadar görülmemiş büyüklükte bir kalyon yaptırarak Osmanlı denizciliğini çağdaşlaştırma çabasını başlatmak istediğinde, Osmanlı erkânının ve İstanbul halkının gurur ve hayranlıkla gözlediği o muazzam kalyon daha denize in-dirilirken su aldı, alabora oldu ve Halic'e gömülüverdi.
Bu deniz felâketle-rine tanık olan meşhur yazar ve bilim adamı Kâtip Çelebi, Osmanlı denizciliğine dair yazdığı kitabında, yılların ihmalinin biriktirdiği beceriksizliğin ve bilgisizliğin bir çırpıda önlenemeyeceğine işaret ediyordu: «Şimdi zor durumdayken biz gene bildiğimiz, alıştığımız gemilerle savaşı atlatmaya bakalım;» diyordu Kâtip Çelebi, «sonra yavaş yavaş kaJyonculuğa geçeriz.»
Venedik filoları Girit'e takviye götüren gemilere engel olup Kandiye savunmasını sürdürdüğü gibi, İstanbul'a erzak götüren gemilerin yolunu kesip payitahtta kıtlık çıkmasına da sebep oldu, hattâ bİr-İki defa Çanakkale Boğazı'nın önünde toplanıp ablukaya bile girişti. Girit savaşı sürüncemede kalıp İstanbul'da halk ve devlet güç duruma düşerken Sultan İbrahim de kişisel dengesini iyice kaybetmiş görünüyordu.
Zekâsı ve eğitimi devlet işlerini kavrayacak düzeyde olmadığı gibi ruhsal durumu da karışıktı anlaşılan. Amcası Sultan Mustafa kadar olmasa bile dengesindeki bozukluk ortaya çıkmıştı. Girit seferi ve donanma masrafları yetmiyormuş gibi dalkavukların, akıl hocalarının kışkırtması ile çeşitli hevesler peşinde hazineyi boşaltmıştı bile padişah.
Anadolu'daki valilerin tekrar merkeze karşı cephe almasına yol açan, istanbul'da saray ile kapıkulu arasında siyasal alevlenmeleri körükleyen bu davranışlar, sonunda Sultan İbrahim'in tahtını ve canını kaybetmesiyle noktalandı.
1648*de Valide Kösem Sultan, kapıkulu komutanlan ve devlet adamları, ulema desteğinde birleşip daha 7 yaşını doldurmamış Şehzade Mehmet'i babasının yerine tahta çıkardılar.
Fakat çocuk padişahın ilk sekiz yılında, 1645'den beri artan siyasal kargaşa daha da yoğunlaştı. İstanbul'da kapıkulu üstünlüğü tekrar yerleşmişti; yeniçeri ocağına dayanan Kösem Sultan ise, IV. Mehmet'in annesi genç Valide Turhan Sultan'Ia rekabet içindeydi.
1651'de, genç valide sultanı destekleyen saray halkının darbesinde Kösem Sultan öldürülünce saray hizmetlileri kapıkulu komutanlarının karşısında yeni bir ağırlık oluşturmuş oldu. İstanbul bu güç kazanma girişimlerine sahne olurken bazı Anadoln valileri gene kendi başlarına buyruk harekete başlamıştı. Bu sıralarda IV. Mehmet'in ülke yönetimine karışacak hali yoktu tabii.
Annesi Turhan Sultan, kendisi deneyimsiz olmakla birlikte iyi niyetle, saray halkının ve kapıkulunun elinde oyuncak olmayacak, durumu dirayetle ele alabilecek bir vezir-î âzam aramaktaydı. Bu belirsiz siyasal durum sürerken Girit savaşının deniz yenilgilerini önlemek de mümkün olamıyordu.
Yorumlar
Yorum Gönder