Gülcemal Sultan
Meşrutiyetin ve Birinci Cihan Harbinin ihtiyar Padişahı 5. Sultan Mehmet Reşad’ın anası Gülcemal Sultan, pek dilber, oya gibi bir kadınmış. Hayatının baharında ölmüş. Verem bir baba ile verem bir ananın mahsulü olan Sultan Reşat'da çocukluğunu mariz geçirmiş, ömrünün ilk elli senesi de kapalı, yan mahpeşte geçmişti.
Sonra saltanat da nasip oldu ve imparatorluğunun feci sukutunu görmeden şan ve şevketiyle hayata gözlerini yumdu.
Abdülhamid’in şahsi dostu ve hususi tabibi Dr. Şpitser hatıralarında Gülcemal Sultan hakkında hazin bir sahne vardır ki bu güzel kadından bahseden yegâne canlı hatıradır.
Bir Cuma günüydü. Dolmabahçe sarayında Sultan Mecidi hissolunacak kadar heyecanlı gördüm. Sebebini sorduğum zaman teessür dolu bir sesle:
- "Doktor, Geçende sana üçüncü kadınımın hastalığından bahsetmiştim. O da, oğlu da pek fena haldeler. Hele oğlu, Reşat Efendi, kurtulamayacak bir halde, fakat anasının kurtulması için biraz ümidim var. Tavsiye edilen bir doktor bir aydır tedavi ediyor, hiç faydası görülmedi. Ben her şeye başvurmak istiyorum, bilhassa bir de senin görmeni istiyorum. Bilmiş ol ki bu kadın, kendisine karşı kalben hakiki muhabbet hissettiğim yegâne zevcenidir.
Onunla ömrümü birlikte geçirdiğim için gençliğimden beri kendisine bütün kalbimle bağlandım. Kurtulmasını mümkün görüyorsan, tedavisini üzerine al. Eğer hiçbir imkân yoksa bana tereddüt etmeden söyle. O zaman bu elim halinde hastayı üzmeyelim. öbür doktorun tedavi usulünü tasdik edersin. Her şeyden evvel bana doğruyu söylemeni istiyorum" dedi.
Son cümlesinde Padişahın gözleri yaşardı. O zaman, hastada göreceğim tereddütlü alâimi, Padişahtan saklamak lâzım geleceğini anladım. Pek sevdiğim bu hasta hükümdarı ümitsizliğe düşürmek hakkım değildi. Bir harem ağasına harem kapısını açmasını emretti. Kapı açılıncaya kadar da beni bir salona götürdü. Asabi adımlarla, benimle beraber, bir aşağı bir yukarı dolaşmağa başladı. Nihayet harem kapısı açıldı, içeri girdik. Zannederim ki benden evvel buraya hiçbir yabana girmemiştir.
Dolambaçlı bir koridor, belki on dakika sürdü.
Padişah, bazen gülerek:
“-Restez” diyor, duruyorduk. Telâşlı sesler, esvap hışırtıları, hızla kapanan kapılar, örtüsüz bazı kadınların kaçıştığını anlatıyordu. Abdülmecit, kalbi heyecan içinde:
“- Avansez!.” diyince yolumuza devam ediyorduk. Böyle birkaç defa durduk. Nihayet hastanın bulunduğu odanın kapısına geldik. “Müzeyyen, muhteşem bir oda. Gözüme ilk çarpan, gayet kıymetli bir lâhur şalı örtülü yatak oldu. Üzerinde gayet ağır bir kumaştan paha biçilmez bir cibinlik vardı. Bu cibinliğin altında, yatakta Sultan yatıyordu. Yüzü, keza pek kıymetli bir şal ile örtülüydü.
Zatı şahane hastaya yaklaştı, gayet nazik bir sesle:
-Rahatsızlığınız nasıl efendim? diye sordu.
Tadı, gayet sevimli bir ses cevap verdi:
-Kendimde iyilik hissediyorum efendimiz..
Padişah:
-Doktorumu getirdim, kendisinden birçok fayda gördüm. İstiyorum, sizi de tedavi etsin! dedi.
-Emredersiniz!
Padişah hastaya, bana nabzını vermesini rica etti. Yorganın ve şalın altından gayet nazik, son derece mütenasip, fakat üzücü hastalığını gösteren zayıf bir el uzandı.
Padişah bana, hastanın dilini de görmek isteyip istemediğimi sordu: -Görürsem iyi olur haşmetmeap! dedim.
Abdülmecit eğildi, hastanın yüzünü örten şalı kendi etliyle açtı. İşte o zaman, öyle güzel bir kadın başı gördüm ömrümde böylesini görmemiştim. Istırabın tesirleri, yüzün solgunluğu, hastalık tesiriyle gözlerin parıl parıl parlayışı bile cazipti. İcap eden muayeneyi bitirdikten sonra, şalı, zatı şahane, o güzel başın üzerine yine kendi eIiyle örttü.
Gülcemal Sultanın hasta döşeğinden artık kalkmayacaktı. Padişaha doğruyu söyleyeceğimi vaat eden doktor bir konsültasyona ihtiyaç göstermişti!.
Meşrutiyet'te, eski Seyrisefain. İdaresi (Devlet Denizyolları) Atlas Okyanusunda yıllarca dolaşmış iki bacak, dört direkli eski transatlantiklerden birini satın aldığında gemi Dolmabahçe sarayı önünde demir atmıştı.
Sultan Reşat vapuru saraydan seyrederken:
“Ne güzel vapur! Buna rahmetli anacığımın adım koysunlar!” demiş ve çocuk gibi ağlamıştı ve gemiye “Gülcemal” ismi konmuştu.
Yaşlı, fakat narin, zarif gemiydi. Dilber Sultanın hatırasına lâyıktı. Ve bizim nesiller bu ganiyi ne kadar, ama ne kadar çok severdik.
Yorumlar
Yorum Gönder