Ana içeriğe atla

GENÇ OSMAN’IN KATLİ

 GENÇ OSMAN’IN KATLİ 

“Dün sabah cihan padişahı idim. Şimdi üryân kaldım” 18 Mayıs 1622’deki darbe, sonuçları itibariyle Osmanlı tarihinin en feci darbelerinden biridir. 

Devrin hükümdarı II. Osman’ın bazı icraatları asker, ulema ve halk arasında hoşnutsuzluğa yol açmış, tüm itirazlara rağmen sultanın hacca gitmek için Üsküdar’a geçmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. İsyan bayrağını açan sipahi ve yeniçeriler önce Süleymaniye Camii’nin avlusunda toplandılar. Burada biraz bekledikten sonra Atmeydanı’na doğru hareket ettiler. 

Atmeydanı’nda sadece askerler değil, ilmiye mensupları ile İstanbul halkının bir bölümü de bulunuyordu. Kalabalık hep bir ağızdan, “Padişahın bu şekilde Hicaz’a gitmesi sadece bizden yüz çevirmesi ve nefret etmesinden ötürü olup başka bir sebebi yoktur. Nizam-ı âlem işleri için padişahlar haccı terkedegelmişlerdir. 

Düşmanın ortaya çıkması ve kötülük yapması ihtimali varken Memâlik-i Mahrûse’yiı bırakıp gitmek hatadır, bu işten vageçilmesi gerekir” diye bağırıyordu. Asiler, padişahın hocasının, kızlar ağasının ve veziriazamın “Cihan padişahını doğru yoldan çıkartıp, bir sevdaya düşürerek boş yere hazineyi telef ve fesada sebep” oldukları için katledilmeleri gerektiği yönünde Şeyhülislâm Esad Efendi’den bir fetva aldılar. Fetvayı alan askerler, vakit kaybetmeden Atmeydanı’na gittiler. 

Beşiktaş’tan yeni hareket etmiş donanma askerleri de şehirdeki bu sesleri duyunca karaya yanaştı ve kapılar kapalı olduğu için surların üzerinden atlayarak asilere katıldılar. Gitgide daha da kalabalıklaşan asileri yatıştırmak için veziriazam ve yeniçeri ağasının gönderdiği aracılar, asiler tarafından taşlanarak meydandan kovuldu. Asiler, şikâyetlerini iletmesi için veziriazam ve padişahın hocası Ömer Efendi’nin konaklarına gittiler. 

Ancak Ömer Efendi konağının kapılarını kapattı ve gizli bir yerden çıkarak konaktan uzaklaştı. Askerler de zorla konağa girdiler ve ne varsa yağmaladılar. Daha sonra veziriazamın konağına gittiler. Fakat burada silahlı askerlerle karşılaştıkları için içeri giremediler. 

Çünkü asilerin birçoğunun yanında silahı yoktu. Silahsız fazla bir şey yapamayacaklarını anladıkları ve akşam da yaklaştığı için ertesi gün pür silah olarak toplanmak üzere anlaşıp, dağıldılar. Padişah, durumun kötüye gittiğini görünce hacdan vazgeçti. 

Ancak öldürülmesi istenen kişileri vermeyi reddetti. Bu arada asker arasında, “Sultan Osman Han, Hasbahçede ve dışarı bağçelerde olan Bostancıları saraya getirmiş. Bunları Cebehâne’den silahla donatıp kul taifesini kırmak üzere hazırlatmış ve on adet top getirtmiş” dedikodusu hızla yayıldı. 

Yine birileri tarafından bostancılar arasında da, “Donanmacı yeniçeriler gemilerine Tophane’den toplar koyup deniz tarafındaki saray duvarlarını yıksalar gerektir ve kara tarafından da geriye kalan sipah ve yeniçeri, saraya merdivenlerle yürümek için hazırlanmışlardır” söylentisi yayıldı. 

Böylece her iki asker birbirine karşı kışkırtıldı. İsyanın ikinci günü asiler önce Yeniodalar’da, sonra Fatih Camii’nde toplandılar, sonra şehrin dört bir yanından Atmeydanı’na doğru akın ettiler. Ulemadan birkaç kişi, asilerin isteklerini Padişaha iletmek için saraya gönderildi. 

Aracılar, asilerin katledilmesini istedikleri kişilerin isimlerinin bulunduğu bir kâğıdı padişaha verdiler ve “Padişahım istediklerini ver, yoksa hâl harap olup şehir yağmalanır” dediler. 

Ancak II. Osman, asilerin öldürülmesini istedikleri kişileri vermemekte diretti. Heyetin, “Padişahım kul taifesi toplandıklarında istediklerini alırlar. Atalarınızdan dahi istediklerini almışlardır. Şimdi dahi onlar istediklerini alırlar. Şehir yağma olmadan istediklerini ver” demesi üzerine padişah, “Evvel sizi, sonra onları kırarım. Onların tedariki görülmüştür” şeklinde sert bir cevap verdi. 

Ancak II. Osman bu cevapla kendi sonunu hazırlamaktaydı. Atmeydanı’nda heyetin getireceği cevabı bekleyen kalabalık, uzun zaman geçmesine rağmen içeriden kimse çıkmayınca saraya yöneldi. Ancak daha önce asker arasında yayılan bir söylentiye göre sarayda bostancılar silahlandırılmış, saldırı anını bekliyorlardı ve toplar da bulunuyordu, bu yüzden içeri girmekte tereddüt ettiler. 

Ne yapacaklarını tartışırken sipahilerden biri Ayasofya Camii’nin saraya bakan minarelerinden içeriyi gözleyebilecekleri ve neler olup bittiğini, söylendiği gibi bostancıların ve topların hazır bekleyip beklemediğinin öğrenilebileceğini söylemesiyle sorun çözüldü. Ayasofya’nın minarelerine çıkan gözcüler, Topkapı Sarayı’nda söylendiği gibi bostancı askerinin hazır bulunmadığını meydandaki kalabalığa bildirince asiler, önde tüfekli askerler olmak üzere, hemen sarayın içine akın ettiler. 

Saraya girenler arasında silahlı yeniçeri ve sipahilerin yanısıra silahsız olarak isyana katılan cebeci, topçu, acemi oğlanı ve şehir halkı da bulunuyordu. Yeniçeriler halka, “Aramızda bulunmayın, asker çıkarsa bize ayak bağı olursunuz” dedikçe halk, “Yeniçeri ve sipahi nerede ise biz de oradayız” demekteydi. 

Kısa zamanda Topkapı Sarayı’nın birinci ve ikinci avlusu asiler tarafından kuşatıldı. İsyan eden asker ve halk, “Şer’ ile Dilâver Paşa’yı isteriz. Şer’ ile darüssaade ağasını isteriz. Şer’ ile hocayı isteriz” diye bağırırken, bir grup da silah atmaktaydı. Yaklaşık üç saat bekledikten sonra Üçüncü Avlu’ya girmeye karar verildi. Bâbüssaade girişinde küçük çaplı çatışmalar yaşansa da asiler Harem’e kadar girmekte fazla bir güçlük yaşamadılar. 

Bu arada kalabalığın arasından biri “Sultan Mustafa’yı isteriz” diye bağırdı ve artık herkes bunu söylemeye başladı. Şimdi asilerin yeni bir hedefi vardı: II. Osman’ı devirmek ve yerine I. Mustafa’yı tahtta çıkarmak. I. Mustafa, Harem’deki odasında kapalı tutulduğu için asiler önce odanın yerini buldular. 

Fakat kapı açılamadığı için Harem’in çatısına çıktılar. Bu arada “Sultan Mustafa Han’ı isteriz” seslerine, yerini belirtmek isteyen I. Mustafa da, “Siz beni isterseniz, ben de sizi isterim” diye karşılık verdi. Şehzâdenin hangi odada olduğunu anlayan askerler ellerine geçirdikleri balta ve kazmalarla odanın tavanında bir delik açtılar. 

Ancak aşağıya inecek merdiven olmadığı için buldukları perdeleri ip olarak kullandılar ve böylece aşağıya inmeyi başardılar. Askerler çatıdan aşağı indiklerinde Şehzâde Mustafa bir köşeye çekilmiş Kur’an okumaktaydı. Askeri görünce ilk isteği su getirmeleri oldu. Getirilen suyu içtikten sonra I. Mustafa’yı yine açılan delikten çatıya çıkartıp, Arz Odası’na getirdiler. 

Bu arada I. Mustafa’nın Eski Saray’da bulunan annesine de gelişmelerden haberdar etmek üzere haberciler gönderildi. Asiler şehirdeki konakları yağmalayıp, hapishaneleri boşalttılar. Genç Osman durumun vahametini kavrayınca veziriazam ve kızlarağasını askere teslim etti. Ancak bu kişileri parçalayarak öldüren güruh tatmin olmadı. Asiler, padişahın yeni atadığı veziriazam ve yeniçeri ağasını da kabul etmeyerek, onların evlerine saldırdılar. 

Askerler, I. Mustafa’yı padişah olarak tanıdıklarını ilân ettiler. Ulema, önce bu değişikliği kabul etmeye yanaşmadı. Ulema ile asker arasındaki tartışmanın iki temel sebebi vardı. Birincisi I. Mustafa’nın padişah olacak aklî dengeye ve beden sıhhatine sahip olmaması, ikincisi ise II. Osman’ın hâlâ meşru hükümdar olarak başta bulunmasıydı. 

Fakat asiler kılıç zoruyla bu engeli de kolayca aşmasını bildiler. I. Mustafa herhangi bir saldırı ihtimaline karşı Eski Saray’a, oradan da Orta Cami’ye götürüldü. Sarayda tek başına ve çaresiz bir durumda kalan padişah Üsküdar’a geçerek, Bursa’ya gitmek istedi. Maiyetindekiler ise Ağa Kapısı’na sığınmasını tavsiye ettiler. Padişah, isyana sipahi ve ulemanın da katıldığını ileri sürerek bunu kabul etmediyse de, daha önce sarayın kapılarını açık bırakan gizli el kaçmak için kullanılabilecek kayık da bırakmamıştı. 

Bu durum karşısında yeniçeri ocağına sığınmaktan başka bir çaresi kalmayan II. Osman, yatsı namazından sonra Ağa Kapısı’na gitti. Yeniçeri Ağası Ali Ağa, askere padişahın vaatlerini bildirmiş, onlar da görünüşte bunları kabul etmiş gibi davranmışlardı. 

Fakat Ali Ağa ertesi sabah Orta Camii’ne askere bahşiş vaadi için geldiğinde sözlerini bitirmesine dahi fırsat verilmeden öldürüldü. Bu sırada I. Mustafa’nın annesi kontrolü eline almaya başlamıştı. II. Osman’ın yerini bulan askerler onu oradan alıp, yolda rastladıkları perişan kılıklı bir adamı atından indirip, padişahı o ata bindirdiler. Devrik padişahın sırtında eski bir beyaz elbise, başında yıpranmış bir kadife kavuk vardı. 

Kavuğun üzerine kirlice bir sarık sarılmıştı. Sarığı da bir sipahi vermişti. Padişahın atının etrafına biriken asiler, el kol hareketleri yapıp, yakası açılmadık küfürler ediyorlardı. Padişah susayıp, su isteyince, çarşıdan birisi eski bir testiyle su getirdi. Ancak padişaha vermeyip, yere atarak parçaladı. 

Hüseyin Paşa, asilerin elinden kaçtı ama arkasından yetişip, yakaladılar. Veziriazam iki kat zırh giydiği için kılıç tesir etmedi. Paşa, “Yoldaşlar! Padişahınız ocağınıza sığındı, mertlik sizindir, padişahınızı bu hakarete layık görmeyin” diye yalvardıysa da, anlayan olmadı. Asiler başına üşüşüp, paşayı öldürdüler. Başını kesip Orta Cami’ye getirdiler. 

Hüseyin Paşa’nın koynundan kayd-ı hayat ile veziriazamlığının verildiğine dair padişahın hatt-ı hümâyûnu çıkmıştı. Paşayı öldürenler, daha sonra sarayını yağmaladılar. Asker, zaten Hüseyin Paşa’ya Hotin seferi sırasında mim koymuştu. 

Veziriazam seferde kaleye askeri sevkederken kapıkulu ihtiyarları “Yeri değildir, boş yere kulu kırdırırsız” dediklerinde “Din uğrunda Müslüman gaziler şehid düşüp, can vermedikçe düşman karşısında zafer kazanmak güçtür. Hemen can ve baş ile çalışalım göreyim sizi” diyecek yere, sertçe “Padişaha kul mu eksik olur, topal eşek yerine sağlamını bağlarız” demişti. 

Bostancıbaşı ise kellesini ilginç bir şekilde kurtardı. Bostancıbaşı, Genç Osman meyhaneleri basıp, yakaladığı askerleri katl için kendisine verdikçe katletmeyip gizlice birer yolla kaçırdığı için asker arasında bir itibarı vardı. Kurtardığı yeniçeriler gelip, bostancıbaşını katledilmekten kurtardılar. 

Sultan Osman, yolda Hüseyin Paşa’nın cesedini görünce, “Bu mazlum günahsızdı. Her zaman kul hakkında bana iyilik söylerdi. Eğer onun sözünü dinlesem başıma bu durum gelmezdi. Beni yoldan çıkaran hocam ile harem ağası idi” dedi. Devrik padişaha yol boyunca küfür ve laf atmalar eksik olmadı. 

Bazıları, “Canım Osman Çelebi meyhane basıp, yeniçeri ve sipahiyi taş gemisine komak ve denize atmak olur mu?” derken, bazıları da “Ecdadınız bu ülkeyi sekban ile mi zabt ettiler? Bu kaleleri Arablar ve bostancılar ile mi aldılar? Sekban taşkınlığından Anadolu harap oldu” demişlerdi. 

Altıncıoğlu namında bir asi, Sultan Osman’ın baldırlarını sıkıp, küfür edince, genç padişah ağlayarak “Behey edebsiz melun! Padişahınız değil miyim? Nedir bu ettiğiniz cefa” dedi. Orta Cami’ye götürülen Genç Osman’ı Haseki Sarı Mehmed Ağa, padişahın başına bekci konulduktan sonra, asiler “Sultan Mustafa Han’ı görelim”” diye bağırdılar. 

Yeni padişah, pencereden görününce, tekbir getirip alkışladılar. Durumun kontrole alındığını gören I. Mustafa’nın annesi yeniçeri ocağının ağalarıyla konuşup, damadı Davud Paşa’nın veziriazamlığının onayını aldı. Cum’a salâsı verilince, askerler Sultan Osman katl olundu sanıp “Zinhar Sultan Osman’a suikast olunmaya, vücuduna zarar erişmeye rızamız yoktur. 

Şimdilik Sultan Mustafa Han padişahdır. Sultan Osman mahpus dursun sonra ne gerekirse öyle olsun” diye bağırdılar. Bunun üzerine Veziriazam Davud Paşa, Sultan Osman’ı pencereye getirip askere göstererek, kalabalığı susturdu. Veziriazam Davud Paşa’nın padişahı hemen öldürme planı suya düşmüştü. Sultan Mustafa’yı annesi mihraba oturtmuştu ve iki cariyesi yanındaydı. Yeni padişah dışarıdan bir ses gelince, hemen yerinden sıçrayıp, caminin penceresindeki demirlere tutunarak dışarıyı seyrederdi. 

Demire sarılan padişahı annesi, cariyelerin yardımıyla yardımı ile parmaklarını pencereden ayırıp, “Asrslanım, kaplanım bırak, gel otur” diyerek zorla mihraba götürüp, oturturdu. Birçok kez bu olay tekrarlandı. Bu hali gören Sultan Osman, “Görün ey çaresizler, kimi padişah ettiniz! Siz neslin kesilmesine sebep olursunuz. Bu devletin çöküşüne sebep olup, ocağınızı söndürür. 

Kıyamete değin pişmanlıktan kurtulmazsız” dedi. Daha sonra başındaki kirli sarığı çıkarıp, gözyaşları içinde ağalara “Bilmeden size cefa ettim ise affeylen, siz etmen. Görün dünyanın halini! Dün sabah cihan padişahı idim. Şimdi üryân kaldım. Giysi ve malımın haddi hesabı yokken, şimdi on akçelik bir arakiyeye gücümüz yok. 

Merhamet edip halimden ibret alın. Dünya size de kalmaz. Hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler” dedi. Bu sözlerden sonra yeniçeri ağalarından biri temiz bir tülbendi uzatıp, “Padişahım temizdir, çıplak durmasın, sarın” diye verdi. 

Padişah baştan almak istemedi, ancak sonra alıp, sarındı. Bu sırada Davud Paşa, yanında elinde kement tutan cebecibaşıyla geldi. Davud Paşa, padişahın yüzüne karşı, “Osman Çelebi bu durum nedir? Hele şimdi elimdesin. Seni istediğim gibi etmeğe gücüm mü yetmez?” diyerek padişahı öldürtmeye kalktı. 

Cebecibaşı kemendi Genç Osman’ın üzerine attı, ancak genç padişah kemendi tuttu. Orada olan ağalar “Neylersiniz şimdi. Dışarıda duyulursa hepimizi kırarlar” diyerek padişahın öldürülmesine karşı geldiler. Genç Osman, Davud Paşa’ya dönüp “Behey zalim! Ben sana neyledim iki defa katl gereken suçunu affedip öldürmedim, sana memuriyet verdim. 

Bana düşmanlığın nedir?” diye bağırdıktan sonra, ağalara dönüp “Bu zalim beni komaz öldürür” dedi. Ağalar, bu sözler üzerine devrik padişahı “Yok padişahım hatırınızı hoş tutun. Ortalık bir mikdar sükûn bulsun yine padişahımız sizsiniz” diye teselli ettiler. Ancak Sultan Mustafa’nın annesi ağalara “Siz bilmezsiniz bu ne yılandır, buradan sağ kurtulur ise bizden ve sizden kimseyi komaz” diyerek ağaları kışkırtmaya çalıştı. 

Davud Paşa’nın işareti üzerine cebecibaşı tekrar kement attı, ancak ağalar yine padişahın öldürülmesine mani oldular. Sultan Osman, başına muhafız olarak bırakılan Mehmed Ağa’ya “Sen ocakta nasıl anılırsın” deyince “Haseki kulunum” cevabını aldı. Devrik padişahın “Sana bu memuriyeti kim verdi?” sorusunun cevabıysa, “Sultan Mustafa verdi” oldu. 

Sultan Osman, bunun üzerine, “Onun hükmü geçerli olur mu? O delidir, kendi ismini bilmez, aç şu pencereyi ben dahi kullarıma söyleyeyim” dedi. Ağa padişaha acıyarak, pencereyi açınca Sultan Osman dışarıdakilere, “Benim sipahi ağalarım ve yeniçeri ihtiyarları, babalarım! 

Gençlik belasıyla münafık sözüne uydum, beni bu şekilde hakaretle götürmeden keşke orada öldürseydiniz. Ya beni istemez misiz?” diyince, dışarıda bekleyen askerler bir ağızdan bağırarak, “Seni halife olarak kabul etmeyiz ve katline de rızamız yoktur” dediler. Genç Osman, son bir ümitle “Şimdi beni katle razı değilsiniz Sultan Mustafa’nın odasına hapsedin” diye yalvardı. 

O sırada Cebecibaşı, Davud Paşa’nın emriyle tekrar kement attı, ancak bunu da Haseki Mehmed Ağa engelledi. Davud Paşa, bir türlü muradına erememişti. I. Mustafa, ata binecek durumda olmadığından annesi ve cariyeleriyle birlikte bir arabayla Topkapı Sarayı’na götürülüp, tahta çıkarıldı. 

Sultan Osman ve askerlerin bir kısmı Orta Camii’nde kaldı ve o gün orada namaz kılınmadı. İstanbul’daki diğer camilerde hutbe Sultan Mustafa namına okundu. Bu olaylara şahit olan Tarihçi Peçuylu İbrahim, I. Mustafa Topkapı Sarayı’na götürülürken yaşananları; “Böyle garip bir biçimde Sultan Mustafa’yı götürürlerken biz de Şehzâde Camii yakınındaki sokağa bakan pencereden görüntüyü seyrettik. 

O kadar kalabalık insan toplanmıştı ki, sanki kıyamet kopmuş, mahşerde insanlar dirilmişlerdi. O geniş cadde öyle dolmuştu ki, havadan bir iğne atılsa yere düşmesi mümkün değildi. Halk, Sultan Mustafa’yı taşıyan arabanın etrafına üşüşmüş, birbirini ite kaka kimi başından, kimi yeninden kumaş parçaları arabanın arka bölümünde nerdeyse gözükmeyecek bir durumda oturuyordu. 

Önünde yer almış olan annesi nişanları alıp halka güzel vaatlerde bulunuyordu. Bu biçimde geçirip götürdüklerini gözümüzle gördük” şeklinde tarif etmektedir. Genç Osman, yeniçeri ocağına sığınırken yanında altın keseleri getirmişti. Bu haberi duyan asker, aradıysa da sadece bir kesesini bulup, yağmalayabildi. 

Davud Paşa ve Yeniçeri Ağası Derviş Ağa, I. Mustafa’yı saraya götürdükten sonra geri döndüler. Veziriazam, yeniçeri ağalarını “Burası mabettir, hapishane değildir. Yedikule’ye gönderelim. Sonra iş neyi gerektiriyorsa yapılsın” diye kandırdı. Daha sonra Genç Osman’ı bir pazar arabasına koyup, kalabalık bir grupla devrik padişahı hakaret eşliğinde Yedikule’ye götürdüler. 

Asker dağıldıktan sonra Davud Paşa, kethüdası Ömer Ağa ve cebecibaşı bir kaç adamları kulede kaldılar. Asker dağıldıktan sonra Veziriazam Davud Paşa ve yanındakiler, kapıyı kapatıp devrik padişahı katletmek için harekete geçtiler. Genç Osman onlara karşı koyduysa da cebecibaşı kement atıp Kilindir Uğrusu denilen ası de padişahın hayalarını sıktı. 

Sonunda Genç Osman’ı öldürdüler. Cebecibaşı nişâne için kulağını ve bir rivayete göre kulağıyla, burnunu da kesip Sultan Mustafa’nın annesine götürdü. Bir yeniçerinin de katledilen padişahın elindeki yüzüğü almak için parmağını kestiği rivayet edilir. Cenaze saraya nakledilip, ufak bir kalabalıkla namazı kılındıktan sonra Sultan Ahmed türbesine defnedildi. Osmanlı tarihinde ilk defa bir padişah idare ettiği insanlar tarafından öldürülüyordu. 

Onun ölümü ile devlet tam bir kargaşa ortamının içine girdi ve IV. Murad, 1632’de dizginleri eline alana kadar bu durum devam etti. Tarihçi Peçuylu ülkenin içine düştüğü durumu “Sultan Mustafa, çeşitli görüşte toplulukların birbirine kenetlenmesi sonucu tahta çıkmıştı. Bu yüzden hemen âlem fitne ve fesat ile doldu. 

Nice kimselerin evi yağma edildi, nice kimseler zamanın ağası iken bir lokma ekmeğe muhtaç oldu ve nice eşkıyanın eline çok sayıda mal geçti. Davud Paşa, halkın gönlüne gireyim ve veziriazamlık mevkiinde kalayım diye herkese ne istedi ise verdi, ne tereddüt etti, ne de çok gördü. 

Devlet hizmetleri tükenince sıra vakıflara geldi, ne mütevellilik kaldı ne de nazırlık; hepsi ayrılan kimselere dağıtıldı gitti. Ne şeriata, ne de vakıf şartlarına uyuldu. Bu görev yerleri de bitince herkese, kendine uygun bir hizmet bul dendi. Böylece zalimlerin aklına gelen uydurma ve garip hizmetler buldular ve bu yüzden reaya ve fukaranın bağrını deldiler” şeklinde anlatır. 

II. Osman’ın katledilmesi çağdaş kaynaklarda dahi kabul edilemeyecek bir facia olarak anlatılmaktadır. Bu olayla birlikte Osmanlı tarihinde ilk defa asiler bir padişahın feci bir şekilde öldürülmesine neden olmuşlardır. Bu feci olayın suçlusunun ulema mı yoksa yeniçeri ve sipahi mi olduğu daha çağdaş kaynaklarda da tartışılmaya başlandı. Genç Osman, hakkında mersiyeler yazıldı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)

  II. Mehmet (Fatih Sultan Mehmed)  Babası : İkinci Sultan Murad  Annesi . Huma Hatun  Doğumu : 29 Mart 1432  Vefatı : 3 Mays 1481  Saltunatı : 1451 - 1481 (30) sene Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, uzun boylu, dolgun yanaklı, kırmızı - beyaz tenli, kırık burunlu, kolları adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemasından birisi idi. Yedi tane yabancı lisan bilirdi. Âlim, şâir ve sanatkârları toplar ve onlarla sohbetten çok hoşlanırdı. Gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir kumandan ve idareci idi. Yapacağı işler hususunda, en yakınlarına bile hiç birşey sızdırmazdı. Fatih Sultan Mehmed'in ömrü seferlerle geçti. Yıkılmaz diye bilinen Bizans'ı yıktı. İstanbul'u fethetti. Ayasofya kilisesini câmiye çevirdi. Kryamete kadar câmi olarak kalmasını istedigi bu muhteşem mâbed için mükemmel bir vakfiye yazdırttı.  (Bu,vekâlet Arşivi Tapu Defterleri No:20, 27, 167, 251 ) 1127 sene kilise, 481 sene de câmi olarak kullanılan Ayasofya, 1934'de müze...

I. Murad Han

Sultan Murad  Babası - Orhan Gazi  Annesi - Nilüfer Hatun  Doğumu - 1326  Vefatı - 1389  Saltanatı - 1359-1389 (30) sene  

I. Mehmed (1413 – 1421)

  5 - I. Mehmed (1413 – 1421) Sultan Çelebi Mehmed , 1389 yılında Edirne’de doğdu. Babası Yıldırım Bayezid, annesi de Germiyanoğulları’ndan Devlet Hatun’dur. Orta boylu, yuvarlak yüzlü, beyaz tenli, kırmızı yanaklı ve geniş göğüslüydü. Kuvvetli bir vücuda sahipti. Gayet hareketli ve cesurdu. Güreş yapar ve çok kuvvetli yay kirişlerini bile çekebilirdi. Padişahlığı süresince bizzat yirmi dört savaşa katılan Çelebi Mehmed, bu savaşlarda kırka yakın yara aldı. Başında kullanmış olduğu sarık, altın işlemeli kavuğu ile gayet güzel görünürdü. İçi kürklü ve yakası dik olan bir kaftan giyinirdi. Sultan Çelebi Mehmed Müslümanlara karşı göstermiş olduğu adaleti, aynı zamanda Hristiyan topluluklara karşı da gösterdi. İyi bir idareci ve politikacıydı. Tahsilini Bursa Sarayı’nda tamamladı. Daha sonra babası tarafından Amasya sancak beyliğine tayin edildi ve bu sırada devlet işlerini öğrendi. Fetret Devri’nden sonra Anadolu’daki beylikleri tekrar bir araya toplamayı başaran Sultan Çelebi Mehmed’...