ASKERİN DESTEĞİYLE BABASINI DEVİREN ŞEHZÂDE
“Bilin ki biz köpek değil erkek arslanız, bize gıda olarak kelle gerektir” Türk hâkimiyet anlayışında hanedanın bütün erkek üyelerinin hükümdar olmaya hakları vardı. Bu belirsizlik sürekli taht mücadelelerine yol açardı. Hatta Türk devletlerinin çoğunun yıkılmasının en önemli sebebi de buydu.
Çeşitli vasıta ve kişileri kullanarak hükümdar olanlar, tahtını sağlama almak için ilk iş olarak diğer hükümdar adaylarını ortadan kaldırıyorlardı. Hükümdarlar, şayet yaşlanacak kadar tahtta kalmayı başarırlarsa, evladı arasında en çok sevdiği şehzâdeyi kendi yerine hükümdar bırakmak için uygun ortamı hazırlamaya uğraşırlardı.
Ancak tahta geçiş sırasını tayin edecek kesin bir kanun olmadığından, hükümdarın ölümüyle saltanat mücadeleleri tekrar başlardı. Hatta hükümdar hayatta iken dahi isyan bayrağını kaldıran şehzâdelere rastlanmaktaydı.
Aceleci şehzâdeler mücadeleyi kaybederlerse, sonları yağlı kementle boğulmaktı. Tahta geçme sistemindeki belirsizlik yüzünden Osmanlı tarihindeki en ilginç taht mücadelelerinden biri II. Bayezid ile oğlu Yavuz ünvanlı Şehzâde Selim arasında yaşanmıştı. Osmanlı tarihinde ilk defa bir evlat, babasını askerin zoruyla tahttan indirip yerine hükümdar seçilmişti.
Ayrıca Sultan Selim isyan edip başarılı olan ilk ve son şehzâde, II. Bayezid de İstanbul başkent olduktan sonra zorla tahttan indirilen ilk padişah oldu. Sultan Bayezid’in sekiz oğlundan beşi daha hükümdarın sağlığında öldü. II. Bayezid, hayatta kalan Ahmed, Korkud ve Selim adlı şehzâdelerinden Ahmed’in, devlet adamlarının da yönlendirmesiyle, kendisinden sonra Âl-i Osman tahtına geçmesini istiyordu.
Devlet adamlarının önemli bir kısmı da Şehzâde Ahmed’i tahtın gerçek sahibi olarak görüyordu. Ancak Şehzâde Ahmed, atak bir yapıda olmaması ve Şahkulu İsyanı sırasındaki beceriksiz davranışları sebebiyle askerler arasında fazla tutulmuyordu.
Devrin önde gelen âlim ve şairlerinden biri olan Şehzâde Korkud ise tahtı arzulasa da pek fazla şansa sahip değildi. Trabzon Valisi Şehzâde Selim, II. Bayezid’in hayattaki en küçük oğluydu. Devlet adamları arasında fazla taraftarı olmamasına rağmen, sert mizacı sebebiyle askerler tarafından beğeniliyordu.
Şehzâde Selim, İstanbul’daki siyasî ortamı yakından takip ediyordu. Babasının ölümü halinde İstanbul’a bir an evvel ulaşmak ve tahtı ele geçirmek için kendisini Rumeli’deki bir sancağın idaresine tayin ettirmek istediyse de, bu arzusu kabul görmedi.
Bunun üzerine Trabzon’dan ayrılan Şehzâde Selim, önce Kırım’a, Kefe’deki oğlu Şehzâde Süleyman’ın yanına gitti. Şehzâde Süleyman ile Kırım hanından temin ettiği birliklerle Rumeli’ye geldi.
İki taraf arasında gidip-gelen elçilere rağmen anlaşma sağlanamayınca, II. Bayezid de ordusunun başına geçip, oğlunu Edirne yakınlarında karşıladı. Ancak tam bu sırada Rumeli beylerinin araya girip, şehzâdeye Rumeli’de Semendire, Alacahisar ve İzvornik sancaklarının verilmesi hususunda sultanı razı etmeleri savaşı önledi.
II. Bayezid, Şehzâde Ahmed’i veliaht yapmayacağına dair, “Kutlu Sultan hayat mülkünde bâki kaldıkça sultanın oğullarından herhangi biri veliaht ve halef tayin edilmesin.
Mukadder olan ecelin gelmesinden sonraysa hilâfet işi kulların temayülleri ve hak ediş doğrultusunda karara bağlansın” şeklinde bir ahidnâme verdi. Fakat padişah bu ahidnâmeye rağmen Ahmed hakkındaki tasavvurlarından kolay kolay vazgeçmeye niyetli değildi. Rumeli beylerini toplayarak onlardan Şehzâde Ahmed’in padişahlığına itiraz etmeyeceklerine dair söz aldı.
Ahmed adına saltanattan çekilmeye hazırlanıyordu. Ancak yeniçeriler, II. Bayezid’in sağlığında başkasını padişah olarak görmek istemediklerini söyleyerek, bu durumu kabul etmediler. Son gelişmelerden hayli rahatsız olan Şehzâde Selim, ordusunu toplayıp tekrar ilerlemeye başladı.
Aracıların gayretleri bu defa yetersiz kaldı. Baba ile oğul Çorlu yakınlarındaki Karışdıran Ovası’nda karşı karşıya geldiler. Şehzâdenin birlikleri, bizzat ihtiyar II. Bayezid’in komuta ettiği düzenli Osmanlı ordusu karşısında kısa sürede dağıldı.
Bu bozguna rağmen Şehzâde Selim’in asker nezdindeki nüfuzu azalmadı ve şehzâde Kefe’ye çekildi. Bu muharebede başarılı olan II. Bayezid, çok sevdiği oğlu Ahmed’i hükümdar ilân etmek için İstanbul’a davet etti. Şehzâde Ahmed de kısa sürede Gebze’ye geldi ve burada İstanbul’dan gelecek haberleri beklemeye başladı.
Bu arada Divân’da Şehzâde Ahmed’in nasıl padişah ilân edileceğine dair önemli kararlar alınmış ve şehzâde İstanbul’a davet edilmişti. Şehzâde Ahmed de hiç vakit kaybetmeden Üsküdar’a geldi. Yeniçeriler, Şehzâde Ahmed’in tahta çıkartılmak için İstanbul’a davet edildiğini ve şimdi Üsküdar’da olduğunu, üstüne üstlük Ahmed taraftarı devlet ricalinin kendileri hakkında, “İt ağzına kemik tutar, kemik virelüm” şeklinde hakaretâmiz ifadelerde bulunmaya başladıklarını öğrenince 21 Eylül 1511’de isyan bayrağını kaldırdılar.
İlk önce, kendileri için köpek diyen devlet ricalinin evlerinin kapılarına, “Bize önem vermeyip, Sultan Ahmed’i getirirsiniz, bizim için ağzında kemik tutan köpek dersiniz. Bilin ki biz köpek değil erkek arslanız. Bize gıda olarak kelle gerektir.
Vallahilâzim cümlenizin başını keseriz, bilmiş olasınız’ yazılı kâğıtlar astılar. Daha sonra bir toplantı düzenleyip, bu toplantıda Şehzâde Ahmed’i kesinlike padişah olarak görmek istemediklerini açıkça dile getirdiler ve toplantıdan sonra sokaklara dağılarak, “Allah, Allah! Sultan Selim’in devletine ve düşmanlarının körlüğüne” şeklinde gülbanklar çekmeye başladılar.
Şehzâde Ahmed, veziri Yularkıstı Sinan Bey’in de bulunduğu muteber adamlarını, yeniçeriyi yanına çekmek için İstanbul’a gönderdi. Ancak yeniçeriler, şehzâdenin padişahlığına razı olmadıkları gibi, “Eğer Sultan Ahmed babasının elini öpmeye gelirse öteki iki kardeşi de birlikte hazır olmalıdır. Onun başkalarına tercih edilmesi askerin ihtilafına ve umumî fesada neden olmaktadır” dediler. Böylece İstanbul’da yeniden kargaşa ve düzensizlik hâkim oldu.
Şehzâde Selim’in padişah olmasını isteyen askerler, Şehzâde Ahmed’in Üsküdar’dan İstanbul’a geçmesini engellemek için Boğaz’daki bütün ulaşım vasıtalarına el koydular. Askerler, bununla da yetinmeyerek, Şehzâde Ahmed’in İstanbul’da bulunan taraftarlarından Veziriazam Hersekzâde Ahmed Paşa, İkinci Vezir Koca Mustafa Paşa, Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa, Kazasker Müeyyedzâde Abdurrahman Efendi ve Nişancı Tâcizâde Cafer Çelebi’nin evlerini yağmalayıp, padişahtan bunların katledilmesini istediler.
İstanbul’daki bu isyanı haber alan Şehzâde Ahmed de Üsküdar’dan Gebze’ye geri döndü ve burada birkaç gün bekledikten sonra Konya’ya çekildi.
Bu sıralarda bazı devlet adamları, Şehzâde Korkud’a mektuplar göndererek onu gizlice İstanbul’a gelip askerleri kendi safına çekmeye ve tahtı ele geçirmeye teşvik ettiler. Bu teşviklerden de cesaret alan Şehzâde Korkud gizlice tebdili kıyafetle İstanbul’a geldi ve yeniçeri ocağına sığındı.
Şehzâde, şehre girdikten sonra özellikle yeniçeriler arasında taraftar bulduysa da daha sonra Şehzâde Selim’in taraftarlarının gayretleri ile bu yeniçeriler de Selim tarafına geçti. Şehzâde Korkud’un İstanbul’a gelişi Şehzâde Selim tarafından adım adım takip edilmişti.
Yeniçeriler her ne kadar şehzâdeye hürmet gösterdiyseler de Şehzâde Selim’i padişah olarak görmek istediklerini açıkça Korkud’a söylediler. Tarihçi İdris-i Bitlisî, askerin şehzâdeyi istememe sebebini “Korkut Çelebi ise bilginliği ve şer’î ilimlerde derinleştiği tartışılmaz olmakla birlikte önderlik işinde, mülkü ve orduyu zaptetmede ve yiğitlik ve hüküm vermede gücü ve olgunluğu yoktu.
Ayrıca nesli kesikti. Seçkinler tarafından teyid edilmektedir ki, mülk ve saltanat hep seleften halefe, babadan oğula geçmektedir ve bu geçiş silsilesi sekizinde de bozulmamıştır. Onun tahta geçmesi halinde bu bağlantı kopacaktır” şeklinde izah eder.
Bu arada askerler Şehzâde Selim’i kendilerine serdar tayin etmesi için Sultan Bayezid’i sıkıştırdılar ve şehzâdeye de mektuplar gönderdiler. II. Bayezid, baskı üzerine oğlunu serdar tayin edip, Yavuz’u İstanbul’a davet etti. Padişahın ve askerlerin bu davet mektupları üzerine Şehzâde Selim, ağır kış şartlarına rağmen, kısa sürede payitahta geldi ve Yenibahçe’ye yerleşti.
Daha sonra Sultan Bayezid’in elini öpmek için saraya geldi ve bağlılığını arz ettikten sonra tekrar Yenibahçe’ye çekildi. Ancak bu arada yeniçeriler için için kaynamaktaydı. Sultanın sefere çıkamayacak kadar yaşlanmış olmasını, Safevilerin Anadolu’da estirdiği terör ve şehzâdeler arasındaki savaşı bahane eden askerler, Topkapı Sarayı önüne gelerek, Şehzâde Selim’i padişah olarak görmek istediklerini dile getirdiler.
On kişilik bir temsilci heyetini Divân’a gönderdiler ve bu isteklerini orada da ifade ettiler. Başta yeni Veziriazam Mustafa Paşa olmak üzere Divân’daki diğer rical durumun vahametini anlamakta gecikmedi. Mustafa Paşa gelişmeleri bildirmek üzere padişahın yanına gitti. Neler olduğunu ve askerin isteklerini öğrenen Sultan Bayezid önce “Nitekim ben sağım, beyliğimi kimseye vermem” dedi. Bu cevap üzerine Vezirazam Mustafa Paşa, “Devletlü hünkâr! Tuzunuzu ekmeğinizi yedik, helâl edin. Dışarı çıkarsak bizim işimizi bitirirler” deyince, padişah da, “Şimdi ben padişahlığı vermezsem, beni gelip katlederler mi?” diye sordu.
Veziriazam da durumu gayet net bir şekilde, “Fok katletmezler, ama mızrak ucuyla kaftanınızdan çekip tahttan aşağı indirirler” diyerek ifade etti. Bunun üzerine 25 Nisan 1512’de Şehzâde Selim yeniçeri ve sipahilerle birlikte Saray’ın önüne geldi.
Sultan Bayezid, artık yapacak bir şey olmadığını anladı ve yeni bir isyan yaşanmaması için, askerin isteğini kabul ederek oğlu Selim’i padişah ilân etti. Böylece 1511 ile 1512 senelerinde yaklaşık bir yıl devam eden İstanbul’daki karışıklık Şehzâde Selim’in padişah ilân edilmesiyle sona erdi.
Yorumlar
Yorum Gönder